(E) Büyükelçi Numan Hazar ile gerçekleştirdiğimiz özel röportajı ilginize sunuyoruz.
Röportaj: Ömer Akçaoğlu
Numan Hazar Kimdir?
1966 Yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmaya başladı. 1977-1980 yıllarında Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Haluk Bayülken’in Özel Kalem Müdürü, 1980 yılında Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü Vekili oldu. Nijerya büyükelçiliği (1995-1998), Dışişleri Bakanlığı müşavirliği ve İslam Konferansı Örgütü ve Afrika Ülkeleri Koordinatörü (1998-2000), İkili Siyasi İşler genel müdürlüğü (Afrika ve Doğu Asya, Pasifik’ten sorumlu) (2000-2001), Avrupa Konseyi daimi temsilciliği (2001-2004) ve UNESCO daimi temsilciliği (2004-2006) gibi önemli görevlerde bulundu. Dışişleri Bakanlığı Müşavirliği, Milli Savunma Bakanlığı Dış Politika danışmanlığı (2007-2009) görevlerini; ayrıca 1998 yılında kısa bir süre Dışişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu üyeliği görevini yürüttü, 2009-2010 yıllarında Teftiş Kurulu başkanı oldu ve 2010 yılında emekli oldu. Ekonomik İşbirliği Teşkilatı Akil Adamlar Grubu Başkanıdır.
Sayın Büyükelçim, bizimle röportaj yapmayı kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Tarihsel balamda Türkiye-Afrika ilişkilerinin köklü bir geçmişi olduğunu biliyoruz. Ancak 2000’li yıllara kadar Kıta ile yeterli ölçütlerde ilişki kurulamadığını görmekteyiz. Türkiye’nin Afrika’yı ihmal ettiği yönünde bir kanaat var. Siz bu durumu nasıl değerlendirirsiniz?
Türkiye’nin Afrika’yı ihmal ettiği düşüncesi yanlış bir algıdır. Sosyal bilimler metodolojisi bakımından 15 milyonluk bir Türkiye ile 30 milyonluk bir Türkiye, 50 milyonluk bir Türkiye ile 85 milyonluk bir Türkiye aynı değil. Osmanlı’dan sonra Cumhuriyet döneminden günümüze, Türkiye ekonomik siyasi ve sosyal sorunlarla karşı karşıya kaldı. Türkiye kendi iç meseleleri ile uğraşmaktan dışarıya açılma fırsatı bulamamıştır. Bunlar; 1974 yılı itibari ile Kıbrıs Barış Harekâtı, Asala terörizmi, PKK, bunların hepsi birbirleri ile bağlantılı olarak Türkiye’nin dışarıyı açılmasına engel teşkil eden unsurular olmuştur. Bunların yanı sıra İran – Irak savaşı, Afganistan sorunu vb. durumlara tümüyle baktığınızda değişik ölçeklerde 2000 yıllarına kadar Türkiye’nin gündemini meşgul etmiş olaylardır. Bu sorunun cevabını ararken bütün bunları da göz önünde bulundurmamız gerekir.
Türkiye’nin son yıllarda başlatmış olduğu Afrika Açılımı hangi dinamiklere dayanmaktadır?
Bildiğiniz üzere Osmanlı Devleti çok geniş bir sahada uzun yıllar hüküm sürmüştür. Afrika’da bu noktada Osmanlı için özel bir anlam teşkil etmektedir. Hatta bir noktada, Osmanlı için bir ’Afrika Devleti’ dahi diyebiliriz.
Osmanlı Devleti’nin Afrika’da çok önemli eyaletleri ve vilayetleri vardı. Kuzey Afrika’da; Cezayir, Tunus, Trablusgarp, Mısır eyaletleri, güney doğuda ise; Cibuti, Somali, Eritre, Etiyopya ve Sudan’ı kapsayan Habeş eyaleti ile Osmanlı’nın bölgede varlık göstermiştir. Bu süreçte Osmanlı Devleti’nin diğer Afrika ülkeleri ile de çok yakın ilişkileri olmuş ve bugüne kadar uzanan tarihsel bir miras bırakmıştır.
Osmanlı Devleti’nin devrettiği tarihsel miras sayesinde bugün Afrika’da hem Müslüman halkların hem de Hristiyan halkların Türkiye’ye karşı büyük bir sempatisi olduğunu görüyoruz. Aynı şekilde Türkiye’de de Afrika’ya karşı özel bir ilgi olduğu söylenebilir.
Bunların yanı sıra Anadolu’da Emperyalist kuvvetlere karşı yürüttüğümüz bağımsızlık savaşı da sömürge altındaki Afrika ulusları için bir model olmuştur. Bu sebeple Mustafa Kemal Atatürk özelinde Türkiye’nin bağımsızlık sembolünün, Afrika halkları nezdinde önemli bir karşılığı olduğunu ifade edebiliriz.
Tarihsel bağlamda bir başka örnek vermek gerekirse, Afrika uluslarının adeta bir parçalanma travması olan ’Berlin Kongresinde’, emperyalist devletlerin bölge topraklarını kendi aralarında paylaşımları ve bu kongrede paylaşıma karşı çıkan Osmanlı’nın duruşu ise bugün dahi Afrika aydınlarının hatırlarındadır.
Bugüne gelecek olursak diğer devletleri aksine Türkiye’nin Afrika devletlerine karşı gösterdiği özen ve karşılıklı kazanç odaklı politikaları bugünkü ilişkilerin zeminini inşa eden esas dinamiklerdir.
Sayın Büyükelçi sizin Afrika’ya açılım eylem planı hususunda katkınızın olduğu biliniyor. Bu eylem planının ve Türkiye – Afrika ilişkilerinde sağladığı katkıları birkaç örnekle birlikte anlatabilir misiniz?
İlk defa 1998 yılında Afrika’ya yönelik kapsamlı, yazılı bir açılım eylen planı hazırlandı. Bu eylem planı hazırlanırken aralarında Milli Eğitim Bakanlığı, Hazine ve Maliye Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Afrika’daki büyükelçilerimiz, TÜSİAD, MÜSİAD ve Türkiye’deki bütün bakanlık temsilcileriyle 3 gün süren bir dizi toplantılar gerçekleştirdik. Bu görüşmeler sonucunda bir Afrika Açılım Eylem Planı ortaya çıkartıldı.
Eylem planı kapsamında siyasal, sosyal ve ekonomik bağlamlarda bir dizi hedefler konulmuştu. Siyasal ilişkilerin geliştirilmesi noktasında başta Cumhurbaşkanlığı olmak üzere ilgili bakanlıklar ve parlamentolar arasında işbirliklerinin kurulması hedeflenerek ilk adımı attığımızı söyleyebilirim. Bunun yanı sıra ticari alanda işbirliklerinin arttırılması için karşılıklı olarak yatırım teşviklerinin sunulması, deniz ve hava yolu ulaşımının arttırılması ile bankacılık alanlarında kolaylaştırıcı düzenlemeler yaparak bu sürecin ekonomik ayağı sağlamlaştırılmıştı.
Bu eylem planının bir yansıması olarak birkaç örnek verecek olursam, dönemin Cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel’in kabul ettiği son devlet başkanı bir Afrika Kıtasındandı. Demirel’den sonra yerine gelen Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in de kabul ettiği ilk devlet başkanı Çad Cumhurbaşkanı İdriss Deby olmuştur. Türkiye ve Afrika ülkeleri arasında 2008 yılında İstanbul’da bir zirve toplantısı gerçekleştirildi.
Bu zirve ile Türkiye – Afrika ilişkileri kurumsal bir yapıya kavuşmuş oldu. Bunun yanında Türkiye’nin Afrika Birliğine gözlemci ve stratejik ortak olarak kabul edilmesi bahsini ettiğimiz ‘Eylem Planının’ tezahürüdür. Özetle, Türkiye’nin Afrika açılımı stratejik bir başarıdır.
Sayın Büyükelçim Afrika özelinde gerçekleştirilen bütün bu açılımların önünde engel teşkil eden sorunların başında güvenlik ve bölgesel istikrar olduğu gerçeğini dikkate aldığımızda Somali özelindeki deniz korsanlık faaliyetlerini nasıl değerlendirirsiniz?
Somali’de iflas etmiş devlet modeli uygulanıyor. Orada din veya etnik grup bakımından bir ayrım veya böyle bir sorun yok bunların yerine kabileler arasında çıkar - menfaat problemleri mevcut. Kabileler arasında yaşanan çıkar çatışmaları orada istikrarsızlığın yaşanmasına sebep oluyor. İstikrara kavuşturmak maksadıyla oraya Birleşmiş Milletler Barış Gücü operasyonları düzenlendi. Hatta bir Türk general olan Çevik Bir’de orada Barış Gücü komutanlığı yaptı ve kabileler arasında yaşanan çıkar çatışmaları yatıştırılarak belli bir ölçüde istikrar sağlandı. Tam istikrar sağlandı diye düşünülürken hemen ardından deniz haydutluğu meselesi peyda oldu. Bu deniz haydutluğu meselesi bir varsayım değil gerçek bir olgu. Bu olaya şu şekilde bakmak lazım Babülmendep Boğazı, Kızıldeniz ve Süveyş Kanalı aracılığı ile dünya deniz ticaret hacminin neredeyse %33’lük bir oranı Asya ile Avrupa arasında gerçekleşmektedir. Deniz haydutluğu sorunu 2008 - 2009 yıllarında ortaya çıkıyor. Geçen gemilere saldırarak gemileri rehin alıyorlar, adam öldürme, adam kaçırma olayları yaşanıyor ve Türkiye de korsan faaliyetlerinden nasibini almıştır. Bunun üzerine uluslararası bir koordinasyon sonucunda Uluslararası Barış Gücü oluşturuldu ve oraya Türkiye’de katıldı. dönemsel olarak bir firkateyn göndererek deniz haydutluğunun önlenmesi yolundaki uluslararası çabalara Türkiye’de katkıda bulundu. Bu çabalar sonucunda bu deniz haydutluğu engellenmiş ve durdurulmuştur. Dilerim ki başta Somali olmak üzere bütün kıtada barış ve istikrar tesis edilir.
İçtenlikli yanıtlarınız için teşekkürler Büyükelçim, bizler de Türkiye-Afrika ilişkilerinin karşılık kazanımlar perspektifinden ilerlemesini temenni ediyoruz.