Hollanda Ankara Büyükelçiliği Müsteşarı Erik Westrate ile gerçekeleştirdiğimiz özel röprotajı ilginize sunarız.

Röportaj: Serhat Şabap

Sayın Müsteşar öncelikle nazik kabulleriniz için teşekkür ederiz.  Hollanda özelinde Türkiye kamuoyunda çok fazla bilgi var. Ama bana en ilginç geleni Hollandalıların diğer Avrupa halklarına kıyasla iletişime daha açık oldukları yönündeki kanaat. Bize kısaca Hollanda’dan ve belirttiğim durumun sebeplerinden bahsedebilir misiniz?

Sizlerin de bildiği üzere Hollanda çok küçük bir ülke, 44 bin km yüz ölçümüne sahibiz. Zihninizde canlanması için örnek vermem gerekirse hemen hemen Konya kadar. Bu durumu dikkate aldığımızda şu sonuca varabiliriz, sınırlı imkanlarla var olabilmenin öncelikli koşulu iş birliğidir. Hollanda ana karasının yüzölçümü endeksli sınırlılığını ele aldığımızda bu durum bizleri kaçınılmaz bir şekilde el ele hareket edebilen ve diyalog mekanizmalarına işletebilen bir toplum düzenini inşa etmemize olanak sağlamıştır.

Zaten topraklarımızın yarısı da teknik olarak suyun altında olan bölgelerdi. Örnek vermem gerekirse, Hollanda’nın önemli bir bölgesi olan Lahey, çok eskiden suyun altındaydı ama bu toprakları ana karamıza kurduğumuz değirmenler aracılığıyla büyük su kütlelerini tahliye ederek kazandırdık. Tabi ki bu tek bir değirmenle olmuyor, yüzlerce değirmenin belirli bir mesafe üzerine inşa edilmesi ve bu sürecin büyük bir koordinasyonla yapılması sonucunda bu başarıya ulaşıyorsunuz. Tabi bunu niye anlatıyorum? Bu durum Hollanda halkının kültürel yapısını da etkilemiştir. Hollanda da iş birliği ve iletişim oldukça önemlidir. Coğrafyamız da yaşanılır bir hayat kılmak için bütün halkımız tarih boyunca bir iletişim içinde olmak durumunda kalmıştır.

Hollandalıların her konuyu saatlerce tartışıp istişare ettiği yönünde bir algı var kamuoyunda, bu durumla da bir ilişkisinin olduğunu söyleyebilir miyiz? 

Sizin de belirttiğiniz Hollanda da istişare çok önemli bir değerdir. Bir konuyu saatlerce konuşabiliriz. Nitekim böyle de oluyor. Bunu somutlaştırmak gerekirse biz de hükümetin kurulma süreci haftalarca sürebiliyor. Bu durum Türkiye’deki basınında büyük bir endişe içerisinde takip edilebiliyor. “Hükümet kurulmadı! İstikrarsızlık mı olacak!” gibi. Ama bu bakışı anlayışlar karşılayabiliyoruz, en nihayetinde her ülkenin jeopolitik öncelikleri, fırsatları ve riskleri farklı. Hükümetin bu kadar uzun bir sürenin sonunda kurulması da sizin belirttiğiniz hususla alakalı ama biraz uzun sürse bile sağlanan mutabakatın sonunda o hükümet 4-5 yıl kesintisiz ve başarılı bir şekilde devam edebiliyor.

Hollanda’nın Uluslararası Sistemde ‘Diplomasi’ ile anılmasının nasıl izah edersiniz?

Bu nokta da iki temel durum var aslında. İlk olarak yine kültürel özelliklerimizin bir yansıması olan diyalog ve istişareye odaklı bir toplum yapımızın olmasıdır. Bunun yanı sıra diğer bir durum ise Hollanda’nın büyük bir ordusunun olmamasıdır. Bu noktada bizler de uluslararası sistemde sözümüzü duyurabilmek için AB ve NATO gibi kurumlara çok önem vermekteyiz. Nitekim uluslararası hukuk da bizler için çok önemlidir, güvenliğimizin teminatı olarak görmekteyiz. Birçok uluslararası mahkemenin merkezinin de Hollanda da bulunması bu durumla da ilişkili olarak okuyabiliriz.

Sayın Müsteşar Türkiye-Hollanda ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Kamuoyunda çok bilinmeyen bir gerçek ama Hollanda merkezli şirketler 25 yıldır Türkiye’deki en büyük yatırımcı konumunda bulunmakta. Bu durum özelinden yola çıkarak neler söylemek istersiniz?

Sizlerin de bildiği üzere Hollanda-Türkiye ilişkileri çok boyutlu ve tarihi bir eksende konumlanıyor. 1612 yılında Osmanlı İle Hollanda Krallığı arasında kurulan ilişkiler bugün de büyük bir ivme kazanarak devam etmekte. Hollanda nezdinde bu ilişkilerin ne kadar önemli olduğunun daha iyi anlaşılması için genelde, Hollanda’nın en önemli 10 tarihi belgesi arasında bulunan Sultan I. Ahmed’in, Kralımıza ithafen yazdığı 7 metre uzunluğundaki belgenin varlığına dikkat çekiyorum.

Belirttiğim tarihlerde Hollanda, bağımsızlık mücadelesini veriyordu. Hollanda halkı ağırlıklı olarak, Hristiyanlığın Katolik mezhebindeydi ve topraklarımızı işgal etmeye çalışan İspanya ise Hristiyanlığın Protestan mezhebine mensuptu. O dönemde bağımsızlık mücadelemizde Osmanlı ile iş birliği yaptık, hatta o dönemde çıkan Hollanda parasının üzerine “Türk olmayı, Katolik olmaya tercih ederiz.” Yazdırıldı.

Yani ifade ettiğim üzere tarihten gelen köklü ve anlamlı ilişkileri bulunan iki toplumuz. Bugünde bu ilişkilerimizi, ekonomik-güvenlik-inovasyon gibi başlıklar çerçevesinde karşılıklı olarak devam ettirmekteyiz. Nitekim sizlerin de ifade ettiği üzere 25 yıldır Türkiye’deki en büyük yatırımı gerçekleştiren ülkeyiz.

Yatırımla hangi sektörlerde gerçekleşiyor? Örnek verebilir misiniz?

Hemen hemen bütün sektörlerde varız. Lüks yat imalatından finans sektörüne ve özellikle tarım ve dolayısıyla zirai ilaç gibi birçok başlık olarak ifade etmemiz mümkün. Bu yatırım alanını açmak gerekirse hemen hemen her yerde rahatlıkla görebileceğiniz Shell ve İNG Bank bunun en güzel örnekleridir. Nitekim tarım alanında da Türkiye ile çok yoğun bir şekilde çalışıyoruz. Kendi topraklarımızda uyguladığımız inovatif uygulamaları Türkiye’deki tarım sektörünün öncüleri ile paylaşıyor ve diyalog halinde hareket ediyoruz. 

Tarım başlığı üzerinden ilerlemek istiyorum. Sayın müsteşarım Türkiye’de sosyal medyada sürekli olarak dönen bir söylem var. “Konya kadar bir yüz ölçümüne sahip olan Hollanda, nasıl oluyor da Türkiye’den daha çok tarım ürünü ihraç edebiliyor.” Bu yaklaşımı nasıl okumak gerekiyor, Hollanda da bu noktada neler yapıyor? Ayrıca Türkiye’nin tarım politikalarında gelişime açık noktalara dair ne söylemek istersiniz ?

Tarım, ekonomimizin bel kemiği ve bizim için çok büyük bir önem teşkil etmekte. Bizi bu anlamda avantajlı kılan ve diğer ülkelerin önüne geçiren unsurlar neler diye soracak olursanız, öncelikle iklim şartlarımız ve verimli topraklara sahip olduğumuzu belirtebilirim. Nitekim yağmur sularından en yüksek düzeyde verim elde ediyoruz, bunu da yağmur sularını toprağın altına yerleştirdiğimiz yüksek teknolojik depolama sistemi aracılığıyla muhafaza ederek gerçekleştiriyoruz. Ayrıca iklim değişikliğinin oluşturabileceği zararları en aza indirgeyerek bitkilerin sıcaklık-soğukluk-kuraklık gibi zorlayıcı şartlara entegre edecek çalışmalarımızı yürütmekteyiz.

Türkiye özelinde bir kıyaslama yapacak olursak Türkiye’de dikkatimi çeken şey, çiftçiliğin kamusal alandaki saygınlığının diğer meslek gruplarına göre daha az olması. Hollanda da bir çiftçi, mesleğinden ötürü büyük bir saygınlık duyar, bu noktada öncelikle bu bakış açısının değişim yaşaması faydalı olabilir.

Ayrıca Tarım politikalarındaki birçok önemli parametre olmakla birlikte, en önemli husus toprak bütünlüğüdür. Çiftçinin ekip-biçeceği arazinin geniş olması çok önemli. Türkiye’deki parçalı ve küçük tarım arazilerinin varlığı burada bir parametre olarak ortaya çıkmakta. Bu noktada kooperatif yapılanmaları büyük bir önem arz etmekte.

Sayın müsteşarım, Hollanda’nın da oldukça önem atfettiği AB Yeşil Mutabakatına değinmek istiyorum. Bildiğiniz üzere karbon salınımı hususunda belirtilen koşullar sağlanamadığı takdirde sınırda karbon vergisini ön gören bir mutabakattan bahsediyoruz. Türkiye’nin en önemli ihracat pazarının AB olduğunu dikkate aldığımızda, Türkiye bu noktada sektörel bazda sürece nasıl uyum sağlamalı, ayrıca mutabakatın Türkiye-AB ilişkilerinin seyrine olan etkisi sizce ne yönde olur?

Çok güzel bir soru, bu konuya değindiğiniz için teşekkür ediyorum. Açıkçası ben AB Yeşil Mutabakatının, Türkiye-AB ilişkilerinde bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Mutabakatın siyasi bir angajmanı olmaması bu süreci kolay kılacak en önemli unsurdur. Bütün ülkelerin daha yaşanılabilir bir dünya hedefinde bir araya gelmesi oldukça muhtemel. Sektörel bazda uyum hususuna yönelik ise şunu ifade edebilirim, özel sektör kâr maksimizasyonunu dikkate alarak hareket eder. Türkiye’deki sektör temsilcileri oldukça geniş bir alanda hareket kabiliyetine sahip, bu anlamda ben Türkiye’nin uyum hususunda zorluk yaşayacağını düşünmüyorum aksine kolay adapte olacağına inanıyorum. Nitekim Türkiye AB ilişkileri tarihi bir seyre sahip olduğunu dikkate aldığımızda uyum noktasında büyük bir zorluk yaşanacağını düşünmüyorum. Ticaret ve güvenlik başta olmak üzere birçok başlık da birlikte hareket ediliyor. Türkiye’nin bu konumunu da dikkate aldığımızda ilerleyen yıllarda ilişkilerin daha pozitif bir seyir alması muhtemel. Hollanda’nın da bizatihi olarak bu süreçte Türkiye lehine bir tutumu olduğu da bilinmekte.

İlgi, alaka ve içtenliğinizden ötürü çok teşekkür ediyoruz…