Uluslararası Balkanlar Kongresi

Uluslararası Balkanlar Kongresi

Uluslararası “Gençlerin Gözüyle: Geçmişten Geleceğe Balkanlar” Kongresi 1.Gün 1.Oturum
Stratejik Düşünce Enstitüsü’nde Uluslararası “Gençlerin Gözüyle: Geçmişten Geleceğe Balkanlar” Kongresi’nin birinci günündeki ilk oturum Prof. Dr. Durmuş BOZTUĞ’un başkanlığında gerçekleştirildi.
08 Aralık 2022 12:55
 
 
 

Stratejik Düşünce Enstitüsü’nde Uluslararası “Gençlerin Gözüyle: Geçmişten Geleceğe Balkanlar” Kongresi’nin birinci günündeki ilk oturum Prof. Dr. Durmuş BOZTUĞ’un başkanlığında gerçekleştirildi.

Çin’in Kuşak Yol Projesi ve Balkanlar

Oturumun konuşmacılarından Dilaram Alim, “Çin’in Kuşak Yol Projesi ve Balkanlar” adlı bildirisini sundu.

Çin’in Balkanları kullanarak Avrupa içlerine ekonomik yönden nüfuz etme çabasına değinen Alim, sunumunda Çin’in kuşak yol projesi ve Balkan ülkeleri üzerindeki politikaları ve bunun alandaki uygulamaları üzerine incelemelere yer verdi.

Balkanlarda Güvenlik ve İstikrar Sorunu

Ayşenur Özkalp ise “Balkanlarda Güvenlik ve İstikrar Sorunu” adlı bildirisini sundu. Özkalp sunumunda, mevcut sistemin ihtiyacı karşılayamadığı ve yeni sistem arayışlarının devam ettiği ortamda, Balkanlar ve çevresine yönelik güvenlik, istikrar ve işbirliğinin geliştirilmesine ve aynı zamanda refahın yükseltilmesine ilişkin fikirlerin ortaya konması konusunu işledi.

Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nde Tarih Yazımı

’’Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nde Tarih Yazımı’’ başlıklı bildirisini sunan Dajana Barusic ise sunumunda Tito döneminde değişik tarih, inanç ve etnisiteye sahip halkları bir araya getiren fikri düşüncenin temelleri ve felsefesini ortaya koyarak, Yugoslav tarihçiliğinin dayatılan, öğretilen unsurlarını ve bunların Yugoslavya’nın dağılmasıyla oluşturulan ülkelerin bugünkü ulusal tarihlerine ne kadar benzediğini vurguladı.

Balkanların Geleceğinde Türkiye’nin Etkisi

Abdul Satar Kawa ise “Balkanların Geleceğinde Türkiye’nin Etkisi” adlı sunumunu gerçekleştirdi. Kawa konuşmasında günümüzde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin  Balkanlardaki ülkelerde kültür, eğitim, sağlık dâhil olmak üzere farklı alanlarda yatırımlar yaparak Balkanların gerek bugünkü durumu gerek ise geleceğinde özellikle güvenlik ve istikrarın sağlanmasında önemli katkılar yapacağı konusunu vurguladı.

Batı Balkanlarda Bölgesel İşbirlikleri ve Avrupa Birliği Entegrasyonunda Balkan Basını

“Batı Balkanlarda Bölgesel İşbirlikleri ve Avrupa Birliği Entegrasyonunda Balkan Basını” başlıklı bildirisini sunan Muhammet Terzi ise, Açık(Open) Balkan Girişimi’nin durumu ve bölgedeki basının yaklaşımını ele aldığı sunumunda, bölgede yayın faaliyetinde bulunan bazı haber sitelerinde paylaşılan haber ve yazıların incelenmesi ve basının Açık Balkan Girişimi’ni ne şekilde ele aldığı konusu üzerinde durdu.

 

 

Uluslararası “Gençlerin Gözüyle: Geçmişten Geleceğe Balkanlar” Kongresi 1.Gün 2. Oturum
Uluslararası “Gençlerin Gözüyle: Geçmişten Geleceğe Balkanlar” Kongresi’nin birinci gününde ikinci oturum Prof. Dr. Oktay Tanrısever’in oturum başkanlığında Stratejik Düşünce Enstitüsü’nde gerçekleşti.
08 Aralık 2022 13:19
 
 
 

Uluslararası “Gençlerin Gözüyle: Geçmişten Geleceğe Balkanlar” Kongresi’nin birinci gününde ikinci oturum Prof. Dr. Oktay Tanrısever’in oturum başkanlığında Stratejik Düşünce Enstitüsü’nde gerçekleşti.

Balkanlarda Milliyetçilik Hareketleri ve Yunanistan

Oturumun ilk konuşmacısı ¨Balkanlarda Milliyetçilik Hareketleri ve Yunanistan¨ başlıklı sunumuyla Lisan Alkan’dı.
Fransız İhtilali’nin, büyük imparatorlukları kendi kontrolleri altına alabilecekleri küçük devletlere bölme amacını güttüğünü belirten Alkan, Osmanlı’nın bu amaç önündeki en büyük engel olduğunu vurguladı. Alkan, İmzalanan Londra ve Petersburg protokollerinin, İngiltere ve Rusya tarafından Balkanlar’ın paylaşılması projesi niteliğinde olduğunu aktardı. İngiltere, Rusya ve Fransa’nın, Akdeniz’deki Osmanlı-Mısır ortak donanmasını yakmasıyla Osmanlı’nın Akdeniz’deki gücünü baltaladığını, Akdeniz ve Balkanlar’daki noktaları aşama aşama kontrol altına aldıklarını vurgulayan Alkan, Milliyetçilik akımlarından en çok etkilenen ve bağımsızlığını ilk ilan eden ülkenin Yunanistan olduğunu, Fransız ihtilali etkisindeki milliyetçilik akımının etkilerinin Yunanistan’da hala yoğun bir şekilde sürdüğünü aktardı.

İç ve Dış Faktörler Bağlamında Bulgaristan’ın Ukrayna-Rusya Savaşına Yönelik Dış Politikası: Neoklasik Realist Bir Analiz

Oturumun ikinci konuşmacısı ¨İç ve Dış Faktörler Bağlamında Bulgaristan’ın Ukrayna-Rusya Savaşına Yönelik Dış Politikası: Neoklasik Realist Bir Analiz¨ başlıklı konuşmasıyla Mustafa Işık’tı.
Bulgaristan’ın Ukrayna-Rusya savaşındaki dış politikasında sistemik faktörlerin yansıra iç faktörlerin ve liderlerin de etkili olduğunu Aktaran Işık, konuşmasında Bulgaristan’ın dış politikasındaki dönüşüm sürecini anlattı. Yeni Anayasa, azınlıkların siyasal alana dahil edilmesi, artan Bulgar milliyetçiliği, komünist partinin dönüşerek siyasetteki etkilerini devam ettirmesi gibi faktörlerin Bulgaristan’ın dış politikasını anlamadaki önemini aktaran Işık, iç faktör kaynaklı Rusofil ve Avro-Atlantikçi rekabetin, Bulgaristan dış politikasının eğilimlerini şekillendirdiğini vurguladı. Eski Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’in ‘Kırım Ukrayna’dır ve Ukrayna da Avrupa’dır.’’ Sözünü de hatırlatan Işık, AB ve NATO yanlısı grupların ve liderlerin Ukrayna-Rusya Savaşında dış politikada Batı ile uyumlu bir dış politika tercih ettiğini, Rusofil grupların ise Bulgaristan siyaseti içerisinde gittikçe güç kaybettiğini söyledi.

Kültürel Diplomasi Bağlamında Balkanlar ve Türkiye Arasında Ortak Bir Motif Olan Sarı Saltık

Oturum Kübra Merve Taş’ın ¨Kültürel Diplomasi Bağlamında Balkanlar ve Türkiye Arasında Ortak Bir Motif Olan Sarı Saltık¨ adlı konuşmasıyla devam etti. Devletlerin, kültürleri, siyasi politikaları ve fikirlerinin çekiciliğinin yumuşak güç oluşturduğunu hatırlatan Taş, Kültürel diplomasideki başarının yumuşak güç göstergesi olduğunu belirtti. Hem Balkanlar hem Türkiye için önemli bir figür olan Sarı Saltık’ı bu bağlamda değerlendirdi. Sarı Saltık’ın Hristiyan dünyası tarafınca kimliği değiştirilip Aziz Sveti Naum adıyla benimsenmesinin ve ortak kültür ve tarih yaratma çabalarının tesadüf olmadığını vurgulayan Kübra Merve Taş, Türkiye’nin, Balkanlar ile bizler arasında ortak bir değer olan Sarı Saltık figürü üzerindeki çalışmaları arttırması gerekliliğini aktardı.

Milli Güvenlik Kavramı Üzerinden Türkiye’nin Balkan Politikaları

“Milli Güvenlik Kavramı Üzerinden Türkiye’nin Balkan Politikaları” başlıklı sunumunu gerçekleştiren Gökçen Alpar, Balkanlar’ın coğrafi, siyasi ve ekonomik olduğu kadar tarihi, kültürel ve beşeri bağları açısından da Türkiye’nin önceliğinde olan bir bölge olduğunu belirtip, Türkiye ve Balkan ülkelerinin Birinci Balkan Savaşına kadar Osmanlı Döneminde başta Anadolu erenleri olmak üzere ekonomik, siyasi, kültürel ve askeri birçok açıdan bağı bulunduğunu ve bu bağlılık sebebiyle gerek Türkiye coğrafyasının güvenliğinin gerek Balkan coğrafyasının güvenliğinin birbirinden bağımsız düşünülmeyeceğini aktardı. Alpar, Balkanlar’da barış ve istikrarın korunmasının Türkiye’nin dış politika önceliklerinden olduğunu söyleyip sunumunda bu durumla ilgili politikalara dikkat çekti.

Balkanlarda Türk Kültürünün Gelişimi Ve Kosova’da Türkler

Sevde Betül Bircan ise “Balkanlarda Türk Kültürünün Gelişimi Ve Kosova’da Türkler”

adlı sunumunu gerçekleştirdi. Tarihsel süreç içerisinde Türk topluluklarının Balkanlarla ilişkisi ve özellikle Osmanlı döneminde inşa edilen Balkanlarda Türk kültürünün gelişmesi üzerinde duran Bircan, Osmanlının Balkan coğrafyasından çekilmesinin ardından yıllar geçmesine rağmen bölgede halen Türk izlerinin görülebilmesi, Osmanlının tesirinin ne kadar derin olduğunun kanıtı niteliğindedir diyerek bir uluslararası ilişkiler kavramı olan yumuşak güç siyaseti bağlamında, Osmanlının Balkanlar üzerinde uyguladığı hoşgörü politikası ve millet sistemi konusunu ele aldı.

 

 

Uluslararası “Gençlerin Gözüyle: Geçmişten Geleceğe Balkanlar” Kongresi 1. Gün 3. Oturum
Stratejik Düşünce Enstitüsü’nde Uluslararası “Gençlerin Gözüyle: Geçmişten Geleceğe Balkanlar” Kongresi’nin kapsamında üçüncü oturum düzenlendi.
08 Aralık 2022 13:20
 
 
 

Stratejik Düşünce Enstitüsü’nde Uluslararası “Gençlerin Gözüyle: Geçmişten Geleceğe Balkanlar” Kongresi’nin birinci gününde çeşitli başlıklarda gençlerin gözüyle bölgenin değerlendirmesinin yapıldığı üçüncü oturum gerçekleştirildi. Moderatorlüğünü Gazi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ayten Koç Aydın’ın yaptığı oturumda bölgeyle ilgili bir çok konu masaya yatırıldı.

Oturumun ilk konuşmacısı olarak Sümeyra Yılmaz "Göç Sosyolojisi Bağlamında Balkan Göçmenlerinin Kültürü" üzerine konuşmasını gerçekleştirdi. Balkan coğrafyasının, Türkiye için daima önemli bir coğrafya olduğunu söyleyen Yılmaz, bu önemin Balkanlar bölgesindeki Türk ve Müslüman nüfusla kendini gösterdiğini belirtti. Zaman içinde gerçekleşen çeşitli göçlerin de Türkiye’deki Balkan nüfusunu meydana getirdiğini aktardı. Yılmaz, bu hususta Türkiye’deki Balkan nüfusu ve Balkanların coğrafi konumunun Türkiye politikalarını etkilediğini vurgulayarak Balkan coğrafyasının, Osmanlı Devleti’nin yaklaşık 500 yıl boyunca yayılma alanı içinde yer aldığını söyledi. 17. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı’dan kopmaya başlayan Balkanların, farklı zaman dilimlerinde isyanlar yaparak bir Balkan Milliyetçiliği oluşturma çabasına girdiklerini anlatan Yılmaz, İkinci Balkan Savaşı sonrasında ise Osmanlı’nın Balkan sınırlarının bugünkü halini aldığını anlattı. Yılmaz, Balkanların, Osmanlı Devleti’nden ayrılıp milliyetçi bir kimliğe bürümek istediklerini fakat 500 yıl boyunca Osmanlı Devleti’yle aynı bayrak altında yaşayan Balkanlar için bunun pek mümkün olmadığını söyledi.

Balkan dillerinin Türk dilinden etkilendiğini ve birçok Türkçe kelimelerin dillerine girdiğini söyleyen Yılmaz, dillerde kullanılan ifadelerin, halen Türk ve Balkan milletlerinin iç içe olduğunu gösterdiğini ifade etti. Aynı şekilde Türk kültüründe çokça yer edinen, Vardar Ovası, Estergon Kalesi ve Maya Dağ’dan Kalkan Kazlar gibi isimlerin Türklerin türkülerinde kullanmaları da Balkanlar’ın Türkleri ne derece etkilediklerinin önemli bir göstergesi olduğunu belirtti. Yılmaz, Balkan Göçmenlerinin Türkiye’deki mahalle ve sokak isimlerinden mezar taşlarına olan etkileri, kıyafet seçimleri, özel gün gelenekleri ve şarkıları kültür aktarımı bağlamında ele alarak, önemli değerlendirmelerde bulundu.

Balkanlarda Türkler; Bulgaristan’daki Azınlık Müslüman-Türkler

Oturumun bir diğer konuşmacısı Aleyna Yücel de konuşmasına Balkanlar’daki Kavimler göçü, Hunlar, Uz Türkleri, Avarlar’dan oluşan çeşitli etnik kökenlerin, Yunan, Pers, Roma ve Osmanlı İmparatorluklarının sürekli saldırı ve işgal ve Çirmen Zaferiyle oluşmaya başlayan Türk hakimiyetiyle gerçekleşen ilk izlerden bahsederek başladı. 1877-1878 yıllarında 3.500.000 civarı olan Tuna Doğu Velayeti nufüsunun 1.600.000 kadar Müslüman Türk barındırdığını söyleyen Yücel, Rusların Panslavizm politikaları, Fransız Devrimi’nin sebep olduğu milliyetçilik akımları ve azınlık isyanları etkisiyle kaybedilen 93 Harbi ve Tersane Konferansı sonra savaşın yeniden patlak vermesi gibi sebeplerle büyük göç dalgalarının başladığını belirtti.

Yücel, 19. Yüzyıl itibariyle Osmanlı İmparatorluğu Balkan topraklarını bir bir kaybetmeye başladığını, bağımsızlığını kazanan Balkan devletlerinin Türkleri ve diğer Müslümanları (Arnavutlar, Tatarlar, Boşnaklar) göçe zorlamalarıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından mübadeleler ile Balkanlardaki Türklerin bir kısmının Türkiye’ye getirildiğini belirtti. SSCB desteğiyle 1944 yılında Bulgaristan Komunist Parti’sinin iktidara gelmesiyle dengenin değiştiğini söyleyen Yücel, Türklere ve Müslümanlara uygulanan asimilasyon hareketleri ve baskıların sonucunda 360.000 kişinin hayatını arkada bırakarak göç etmesine sebep olduğunu vurguladı.

Bulgaristan’da Milliyetçi Hareketlerin Tekelindeki Göç Hareketleri

Bir diğer konuşmacı olan Nizam Ahmet Orhan ise oturuma online olarak katılım sağlayarak önemli değerlendirmelerde bulundu. Orhan, Bulgar Milliyetçiliğinin Temellerini Aziz Paisii Hilendarski’nin eseri İstoriya Slavyanobalgarska (Slav-Bulgar Tarihi), Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan Bulgarlara gazete ve dergilerin yayılması ile Ortodoks Kilisesinin Kurulması olarak nitelendirdi. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ve 1912-1913 Balkan Savaşları ve Bulgaristan’ın Sınırlarının Genişlemesi ile bu milliyetçiliğin artmasına ve bu hususta o topraklarda farklı milletlerin göç etmelerine sebep olduğunu belirtti. Bunları da Birinci Göç Dalgası Dönemi (1923-1949), İkinci Göç Dalgası Dönemi (1950-1951) ve Üçüncü Göç Dalgası Dönemi (1969-1978) olmak üzere üç gruba ayırarak ele aldı.

Bakıldığında Türk sosyal hayatında göç olgusunun özel bir önemi olduğunu ve bunun Türklerin yerleşik hayata geçmeden önce yıllar boyunca konargöçer bir halde yaşamış olmasına bağlayan Orhan, göçün bundan dolayı pek çok alanda Türkler için belirleyici bir faktör haline geldiğini belirtti. Beş yüz seneyi aşan bir süre balkanlarda varlığını sürdüren Türklerin, Osmanlı İmparatorluğunun gücünü kaybetmesi ve milliyetçiliğin giderek Balkanlar’da etkisini göstermesiyle beraber çeşitli asimilasyonlara zorlandığını söyledi. Bulgarların Türk mezarlarındaki isimleri Bulgarca yapması, Türklerin isimlerini Bulgarca isimlerle değiştirmesi bunun en büyük örneği olduğunu söyleyen Orhan, 19. yüzyılda yaşanan bu mezalimi tarihteki en ağır dramlardan birisi olarak nitelendirdi. Orhan, Balkan mezaliminin uzun bir süreçte ve planlı bir şekilde yapılarak Müslüman Türkleri yok etmeyi ve sindirmeyi amaçladığını belirterek yaşanan insanlık dışı bu mezalim sonucunda Türkler’in Balkan topraklarını terk etmeye başladığını söyledi.

Türkiye’nin Sınırsız Komşusu Sırbistan Politikası

Oturumun bir başka konuşmacısı Sümeyye Büşra Avcı ise Sırbistan Ve Osmanlı İlişkilerini anlatarak konuşmasına başladı. Balkanların, Osmanlı İmparatorluğu’nun Türkiye Cumhuriyeti’ne bıraktığı bir miras olduğunu söyleyen Avcı, Osmanlı İmparatorluğunun, Sırbistan topraklarına hakim olduğu andan itibaren Müslüman Türk halkını orada iskan ettirerek Türk kültürünü Sırp halkına tanıttığını belirtti.

Avcı, İki milletin yıllarca birlikte yaşadığını ve Sırbistan’ın, Osmanlı topraklarından ayrıldıktan sonra da ilişkilerinin kopmadığını vurguladı. Süreç boyunca İki ülke arasında evlilikler gerçekleştiğini; bu evliliklerin bazen siyasi nedenlere dayandırılırken bazen de Sırpların Osmanlıların saldırılarını engelleme çalışmasına dayandırıldığını belirtti. Osmanlı İmparatorluğu’ndan sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin de Sırbistan ile arasındaki ilişkilere önem verdiğini söyleyen Avcı, bu bağlamda Sırbistan’da mimari, askeri, siyasi, kültürel, ekonomik alanlarda projeler yaptığını söyledi. Bunlarla birlikte Türkiye’nin kamu diplomasisi alanındaki projelerinei artırmaya devam ettiğini de vurguladı.

Geçmişten Günümüze Türk-Macar İlişkileri

Ömer Cihan Şan da son konuşmacısı olarak Türk-Macar İlişkileri üzerine önemli değerlendirmlerde bulundu. Tarih boyunca Türk ve Macar devletlerinin birçok anlamda etkileşimde bulunduklarını belirterek geçmişten günümüze Türk-Macar ilişkilerinin değerlendirilmesi hususunda, bu iki milletin tarihi, politik, diplomatik, ticari ve kültürel açıdan ayrıntılı incelenmesi bakımından önem arz ettiğini vurguladı. Bu kapsamda Türk-Macar ilişkilerinin tarihini ele alan Şan, 2010 yılı itibariyle hükümeti devralan Macaristan Başbakanı Viktor Orban yönetiminde ilişkilerin hangi konseptlerde geliştiğinin ölçümünü yapmak ve mevcut siyasi arenada bu iki devletin ilişkilerinin nasıl bir öneme sahip olduğuna ışık tutmayı hedeflediğini belirtti. Şan, devletlerin hükümetleri ve siyasetleri hakkında akademik çalışmalar ve haberler ışığında değerlendirmelerde bulunarak ticari, kültürel ve eğitim alanlarında da resmi kurumların sunduğu sayısal verilerden yararlanarak çıkarımlarda bulundu.

Şan, yapmış olduğu değerlendirmeler ve çıkarımlar sonucunda iki devletin ilişkilerinin geliştirilmesi hususunda adımlar atılması gerektiğini ve Macaristan’ın bu hususta Türkiye ile ilişkileri geliştirmek istediğini, çünkü Macar kökenleri Orta Asya’dan olduğunu belirtti. Bu hususta Macaristan’ın Türk Devletleri Teşkilatı’nda gözlemci statüsünde yer aldığını vurguladı. Türkiye’nin de bu anlamda kurumları ve kültürel değişimi ile 2014 yılında Macaristan’da Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı’nın (TİKA), şubesinin açılmasıyla Macaristan’ın restorasyonunda Macar hükümeti ile işbirliği yaptığını söyledi. Bir diğer önemli kurumun da Yunus Emre Enstitüsü (YEI) olduğunu belirten Şan, bu enstitünün de 2013 yılında Macaristan’da şubesini açtığını ve faaliyetleri yürüttüğünü açıkladı. Macaristan’ın da bu kapsamda adımları olduğunu bildiren Şan, Balassi Enstitüsü’nün, Yunus Emre Enstitüsü gibi hizmet verdiğini belirtti.

 

 

Uluslararası “Gençlerin Gözüyle: Geçmişten Geleceğe Balkanlar” Kongresi 1. Gün 4. Oturum
Stratejik Düşünce Enstitüsü’nde Uluslararası “Gençlerin Gözüyle: Geçmişten Geleceğe Balkanlar” Kongresi’nin kapsamında dördüncü düzenlendi.
08 Aralık 2022 13:25
 
 
 

Stratejik Düşünce Enstitüsü’nde Uluslararası “Gençlerin Gözüyle: Geçmişten Geleceğe Balkanlar” Kongresi’nin birinci gününde çeşitli başlıklarda gençlerin gözüyle bölgenin değerlendirmesinin yapıldığı dördüncü oturum gerçekleştirildi. Moderatorlüğünü Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi’nden Prof. Dr. Bahar Güneş’in yaptığı oturumlarda bölgeyle ilgili bir çok konu masaya yatırıldı.

Oturumun ilk konuşmacısı olan Arlinda İsmani konuşmasını Arnavutça Kur’ân Meâlleri - Şerif Ahmeti Örneği üzerine gerçekleştirdi. Arnavutça dilinde yapılan Kur’ân çalışmaları hakkında bilgi veren İsmani, Arnavutça Kur’ân çalışmalarının Arnavut tarihinin oldukça geç bir aşamasında ortaya çıktığı için bu gecikmenin nedenleri üzerinde durdu. İsmani, Arnavutça Kur’ân çalışmalarını Arnavutça Kısmi Meâl Çalışmaları ve Tam Meâl Çalışmaları şeklinde iki grubta ele alarak değerlendirmelerde bulundu. Arnavutlar arasında ilk defa Kur’ân meâli üzerinde çalışmalar yapmış bulunan ilim adamının Naim Frashëri olduğunu söyleyen İsmani, daha sonra İslam teologlarının da Kur’ân çalışmalarına giriştiklerini ve Hafiz Ali Korça’nın da bunlardan biri olduğunu belirtti. İsmani, Kur’ân’ın Arnavutça’ya ilk çevirisinin 1985’te Priştine’de yayınlandığını ve Arapça profesörü olan Feti Mehdiu tarafından çevrildiğini söyledi.

Kur’ân’ın tam meâlinin 1988 yılında Prof. Hasan İ. Nahi tarafından “Kur’âni i Madhëruar” (Yüce Kur’ân) ismiyle çevrildiğini, bundan sonra aynı sene Şerif Ahmeti’nin tercümesinin de basıldığını söyleyen İsmani, 1990 yılında Arnavutça’ya Kur’ân’ın dördüncü çevirisi yapıldığını belirtti. İlk üç tercümeden farklı olarak ister çevirisini yapanlar bakımından ister yayın bakımından, bu sefer Kur’ân’ın Arnavutçaya tercümesini Pakistanlı Albanoloji araştırmacısı olan Muhammed Zakaria Khan tarafından, “Kur’âni i Shenjtë, Përkthim e Komentim” (Yüce Kur’ân, Tercüme ve Yorum) ismiyle bir tercüme yapıldığını da ekledi. Arnavutça Kur’ân meâli çalışmaları öncelikle Arapçaya verilen değerden dolayı geç dönemlerde yapılan kısmı meâllerle ortaya çıktığını söyledi. Bu hususta İsmani, tam meâl çalışmalarına bakıldığında iki tane Arnavutça meâl çalışması yapılmış olmasına rağmen onların el yazması olarak bugüne gelemediğini belirtti.

Devlet Dışı Silahlı Grupların Uluslararası Politikaya Etkisi: Halkın Mücahidleri Örgütünün İran-Arnavutluk İlişkilerinin Bozulmasındaki Rolü

Bir diğer konuşmacı ise online olarak oturuma katılım sağlayan Murat Cangül’de önemli değerlendirmelerde bulundu. 1979 İran İslam devrimine giden süreçte mollalar ile birlikte monarşi karşıtı olarak faaliyet gösteren Halkın mücahidleri örgütünün, devrim sonrası süreçte iktidar mücadelesine giriştiğini ve yeni rejime muhalif bir tavır almış olduğunu belirten Cangül, bu hususta örgütün yeni rejimin baskıları sebebiyle İran’ı terkettiğini ve Irak’a taşındıklarını belirtti. İran-Irak savaşı süresince Irak’ta Saddam emrinde düzenli ordu şeklinde olan Halkın Mücahidleri örgütü, Amerika’nın Irak’ı işgali sonrasında silahsızlandırılmış olduklarını da ekledi. 2000’li yıllarda örgütün araçları ve dilinin değiştiğini söyleyen Cangül, suikastler ve terör eylemleri yapan bir örgütten ziyade daha demokrasi ve insan hakları söylemlerinin ön plana çıktığını ekledi.

Cangül bu süreçte uluslararası olarak terör örgütü algısı kırılmak istendiğini, ABD ve AB ile terör örgütü listelerinden çıkartılması için temaslara başlandığını da ekledi. AB’nin 2009 yılında, ABD’nin ise 2012 yılında örgütü listeden çıkardığını ifade eden Cangül, 2016 yılında ise bu örgütün Amerika tarafından Arnavutluk’a taşındığını belirtti. Cangül çalışması ile Halkın Mücahidleri örgütünün İran-Arnavutluk ilişkilerine etkisi üzerinde durarak değerlendirmelerde bulundu. Bununla birlikte vekil örgütlerin ülkeler arası krizlere etkisi bağlamında da önemli açıklamalarda bulundu.

 Söylemlerin Krizlere ve Çözümlere Dönüşümü: Makedonya Adlandırma Sorunu

Bir başka konuşmacı olan Beyza Nur Özdemir ise Kopenhag Okulu kapsamında güvenlik ve söylem ilişkisi ile konuşmasına başlayarak önemli değerlendirmelerde bulundu. Soğuk Savaş sonrası yeni gelişmeler ışığında güvenlik gündeminde klasik faktörlerin dışında yer alan meselelerin ele alındığını vurgulayan Özdemir, bu durumun Balkanlarda karşımıza tarih, değer ve sembollerin farklı yorumlanması ile bir kriz çıkardığını belirtti. Özdemir bu hususta, Soğuk Savaş sonrası Balkanlarda karşılaştığımız sorunlardan birisinin de Makedonya Adlandırma Sorunu olduğunu ifade etti. Makedonya Adlandırma Sorununun taraflarının şimdiki adıyla Kuzey Makedonya Cumhuriyeti ve Yunanistan olduğunu ekledi.

Sorunun başlangıcının Yunanistan’ın, Makedonya adının başka ülkeler tarafından kullanılmaması gerektiğine olan inancından kaynaklandığını bildiren Özdemir, Yunanistan’ın kendi tarihi, milli ve kültürel değerlerine zarar vereceği düşüncesi ile böyle düşünürken süregelen yıllar içerisinde söylemler ve atılan adımların karşılıklı olarak güvenlikleştirildiğini anlattı. Prespa Anlaşması’na gidilen yolda ise bu söylemler karşılıklı olarak meseleyi güvenlik ajandalarından çıkarmaya dayalı olduğunu da belirten Özdemir, Makedonya Adlandırma Sorununun tarihçesine dayanarak açıkladı. Son olarak Yunanistan’ın söylemleri ile adeta geçmişten tehditler çıkarmasının bölgesel krizlere etkileri üzerine bir değerlendirmede de bulundu.

Dayton Barış Anlaşması,Hırvatistan ve Bosna Hersek Arasında Sınır Anlaşmazlıkları

Oturumun diğer konuşmacılarından olan Gürayhan Alpar da ana konusuna geçmeden önce olayı tarihsel olarak ele alarak değerlendirdi. Yugoslavya’nın dağılmasının ardından üç yıl süren Bosna Savaşı’nın 1995’te imzalanan Dayton Antlaşması ile sona ermesiyle ülkede barışı uygulayacak Barış Uygulama Konseyi adı altında uluslararası bir konsey kurulduğunu söyleyen Alpar, konsey tarafından kurulan Bosna-Hersek Yüksek Temsilciliği;’nin cumhurbaşkanını görevden alma dâhil birçok yetkiyle donatıldığını ve ayrıca üçlü cumhurbaşkanlığı ile ülkedeki üç etnik grubun temsil edilmesinin sağlandığını açıkladı. Dayton Antlaşması’nın, Avrupalı Devletlerin fikri olarak ortaya çıktığını vurgulayan Alpar, Bosna-Hersek için bu anlaşmanın ‘’Bir Deli Gömleği’’olarak ifade edilmiş olduğunu belirtti. Bununla birlikte NATO’nun barış antlaşmasında elçi olarak görev yapmasını sağlayan bir antlaşma olduğunu da söyleyen Alpar, bu anlaşmanın aynı zamanda Yugoslavya’nın dağılmasına ve Avrupa’da iki tane devletin ortaya çıkmasına sebep olduğunu da bildirdi.

Alpar, temel sebebin; Hırvatistan’ın kendisine ait Dubrovnik kentini ülkenin geri kalan kısmına kara yoluyla bağlamak istemesi, Hırvatistan’ın Neum kentinden Boğaz tarafına bir köprü inşa etmek istemesi ve Neum Şehrinde Yaşayan Hırvatların Sert ve Muhalif Tepkisi olduğunu açıkladı. Bu hususta, köprünün kurulmasının Hırvatistan’ın açık denizlere geçmesine kolaylık tanıyacağını ve ihracat istatistiğini yükseltebileceği ve aynı zamanda Hırvatistan’ın refahını arttırıp dış ilişkilerini güçlendirmesine fayda sağlayacağını da ekledi. Diğer yandan da köprünün kurulmasının Bosna-Hersek’in kara ülkesine dönüşmesi anlamına geldiğinden ekonomik anlamda Bosna-Hersek’e zarar vereceğini ve Bosna-Hersek’in içe kapanık bir ülke olması ile dış işlerinin zedelenmesine de sebep olacağını belirtti.

Pakistan’ın Bosna’daki İnsani Çabalarını Yeniden Keşfetmek; Geleceğin Yansıması Geçmişin Aynası

Oturumun son konuşmacısı ise  Pakistan’dan Syed Hani Hussain Zaidi oldu. Bir ülkenin dış ilişkilerinin, jeopolitik arenada karşılıklı çıkarlara veya bir tür siyasi kazanıma dayandığına inanıldığını söyleyen Zaidi, bu ilişkilerin geçici olduğu düşüncesinin olduğunu ve ulusal çıkarlar adına daha etkin bir rol oynayacak yeni ortaklar bulma çabası içinde bir paradigma değişikliğinin ardından seyrini değiştirdiğini bildirdi. Egemen bir devletin dış politika yapmasının arkasındaki ana fikir, jeopolitik çıkarlarını farklı yollarla korumak olduğunu belirten Zaidi, bunlara ticaret ve yatırım, endüstriyel gelişme ve askeri gücün projeksiyonun da dahil olduğunu da ekledi. Bu durumda, ordunun yakın geçmişte büyük güçler tarafından bir araç olarak kullanılmış olabileceğini, ancak onların talihsizliklerinin sonuçlarının ev sahibi ülkenin yerel nüfusu için felaket olduğunun ortaya çıktığını vurguladı. Zaidi, bu müdahalelerin belirli siyasi hedeflere ulaşmak ve müdahale eden devletin jeopolitik ayak izini korumak (jeopolitik temellerine göre olması gerektiği gibi) anlamına geldiğini ancak yakın tarihte bu nihai gerçeği reddeden emsallerin de var olduğunu ekledi. Pakistan’ın Bosna savaşına müdahalesini de bu konuda bir emsal olarak değerlendirdi.

Pakistan’ın, kurulduğu günden bu yana Müslüman dünya ile samimi ilişkiler sürdürdüğünü belirten Zaidi, bu ilişkilerin kapsamının, haklarına yönelik diplomatik destekle sınırlı olmadığını söyledi. Pakistan’ın Bosna savaşına müdahalesinin de bu konuda bir örnek olarak değerlendirilebileceğini bildirdi. Zaidi, Bosna’nın durumunun oldukça farklı olmasına rağmen, o zaman bile Pakistan’ın, Sırplara karşı mücadelelerinde Bosnalı Müslümanlara insani ve askeri desteğini genişletmeyi başardığını anlattı. Pakistan’ın bölge dışı bir ülke olarak Bosna savaşındaki etkin rolünü, özellikle SSCB’nin dağılması ve Yugoslavya’nın dağılmasından sonra 1990’larda dış politikasının temellerini ve temel hedeflerini ele alarak önemli açıklamalarda bulundu. Zaidi, ayrıca Pakistan’ın bu konudaki ilkeli duruşu ve ulusal yaklaşımının, bu tür davalarda siyasi liderliğin aldığı zor kararlara karşı kamuoyu iradesini ve desteğini incelemenin, bu kararların gelecekte ağır koşullara yol açabileceği gerçeğine rağmen değerlendirdiğini de belirtti.