Doç. Dr. Ali ASKER
12-18 Temmuz 2020’de Ermenistan’ın saldırısıyla başlayan, Tovuz rayonu istikametinde yaşanan muharebe, birçok soruyu da beraberinde getirdi.
Küresel salgın ortamında savaşlar durmuşken Ermenistan neden saldırdı?
Elinde Karabağ ve çevresinde işgal ettiği devasa arazi ve uzun bir cephe hattı bulunuyorken neden özellikle enerji hatlarının geçtiği bu bölgeye saldırdı?
Ermeni ordusu cephe hattında; biri general olmak kaydıyla Azerbaycan ordusunun üst düzey subaylarını nasıl hedef aldı? Bunun istihbaratını önceden aldı mı?
Bu ve benzeri sorular etrafında türlü tartışmalar sürüp giderken Azerbaycan-Türkiye iş birliği konusu kuvvetli bir şekilde gündeme oturdu. Azerbaycan yetkililerinin Türkiye’deki meslektaşlarıyla yaptıkları temaslar, en üst düzey makamlardan gelen açıklamalar bu kez hem sert hem de somuttu. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı “Ermenistan tarafının bu tür tehlikeli taktiklerden vazgeçmesi, aklıselim davranarak hukukun yolunu seçmesi gerektiğini” belirtmiş, Türkiye’nin, toprak bütünlüğünü koruma mücadelesinde tüm imkânlarıyla Azerbaycan’ın yanında yer almaya devam edeceğini ifade etmiştir. Savunma Sanayi Başkanı İsmail Demir’in "Savunma sanayimiz SİHA’larımızdan mühimmatlarımız ve füzelerimize, elektronik harp sistemlerimize kadar bütün tecrübe, teknoloji ve kabiliyetleriyle her zaman Azerbaycan’ın emrindedir" şeklindeki açıklaması aslında Türkiye’nin, Azerbaycan’a yönelik somut ve kapsamlı hazırlığının habercisiydi. 29 Temmuz’da Turaz Kartalı operasyonu düzenlendi. Azerbaycan’ın beş şehrinde yapılan tatbikatta, geniş çapta saldırı amaçlı kara ve hava taktik eğitimleri verildi.
Olaylar bu şekilde gelişirken Ermenistan tarafının bu sefer Karabağ cephe hattı istikametinden bir saldırı planlandığı, gelen istihbarat bilgileri arasındaydı.
Bir başka önemli husus, bu süreçte Azerbaycan’ın iç dengelerinde bölge uzmanlarının gözden kaçırdıkları bazı gelişmelerin yaşanması oldu. Yarı şeffaf ve tam da adı konulmamış bu gelişmelerde dikkati çeken nokta, önemli yönetim makamlarında yapılan görev değişiklikleri ve atamalar oldu. Bu değişiklikler sıradan sayılamayacak ve kuvvetle muhtemel bir savaş öncesi alınan tedbirler kapsamında değerlendirilebilir.
Eylül ayının ortalarından itibaren Ermenistan’ın yeni bir saldırı hazırlığında olduğuna dair açıklamalar daha fazla netlik kazanmaya başladı. 27 Eylül 2020 tarihinde sabaha doğru Ermenistan ordusunun beklenen saldırısı başladı ve ilk hamlede Azerbaycan ordusu tarafından şiddetle geri püskürtüldü. Taarruza geçen Azerbaycan ordusu başarılı harekât yönetimi sayesinde önemli mevzileri ele geçirerek ilerlemeye başladı. Bu durum Ermenistan için alışılmışın dışında bir gelişmeydi. Zaten olayların bu yönde seyredeceğini tahmin etme kabiliyetinden yoksun olduğu için savaşı başlatmış bulunuyordu. Oysa bu savaş daha önceki dönemlerde yaşanan savaşlardan çok farklıdır. Bir kadar detaya inmek için önümüzdeki tabloyu geniş bakış açısıyla okumamız gerekir. Keza yaklaşık otuz sene boyunca devam eden işgal sürecinde bir tarafta sadece Türkiye’nin diplomatik ve askeri eğitim desteğini alan Azerbaycan, diğer tarafta Rusya’nın doğrudan desteğini alan, Rus silahları ile donatılmış, güçlü hukuksal altyapı üzerine Rusya ile müttefiklik ilişkilerinin inşa edildiği Ermenistan vardı. Bu destek hafife alınmayacak kadar güçlü olup Ermenistan’a milyarlarca dolarlık hibe edilen silah potansiyelini, askeri uzmanları, sınırları içinde konuşlanmış devasa askeri üssü barındırıyordu. Ayrıca yoğun bir enformasyon ve medya gücü de Ermenistan’a sağlanan destek kapsamında değerlendirilebilir. Ermenistan’a sağlanan diplomatik destek askeri desteğin çok üzerinde olup, adeta küresel hüviyete haiz bir niteliğe sahipti: Dünya Ermeni diasporası, ABD ve Fransa başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinin kayıtsız şartsız desteği Ermeni saldırganlığını sürekli olarak cesaretlendirmiştir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daha önce almış olduğu dört kararın (822,853,874,884 no’lu kararlar) uygulanmaması, sorunu çözmekle görevlendirilmiş AGİT Minsk Grubunun pasifliği, eş başkanlar ABD, Rusya ve Fransa’nın Ermenistan’a değişik platformlarda destek vermesi Azerbaycan toplumunu karamsarlığa sürüklemiştir. Bu durum aslında Azerbaycan’a karşı yürütülen harp psikolojisinin bir parçasıydı: Ateşkes durumunu “fırsata dönüştürmek”, işgali uzun zaman dilimine yayarak kalıcı hale getirmek, Azerbaycan halkını durumu kabullenmek zorunda bırakmak.
Uzun süren sözde ateşkes sürecinin kırılma noktalarının ilk belirtisi 2016 Nisan muharebesi oldu. Bu muharebede uzun bir aradan sonra Azerbaycan ordusu Ermenistan işgalindeki birkaç önemli mevzii geri alabildi. Bu gelişme Azerbaycan ordusunun savaş kabiliyetini test etmesi bakımından oldukça önemliyken, halkın moralinin fevkalade derece yükselmesine vesile oldu. Devam eden süreçte Karabağ konusunda büyük vaatlerde bulunarak iktidara gelen N. Paşinyan’ın popülist konuşmaları, dünya kamuoyunu yanıltma çabası, bu çabaların kısa süre sonra adeta bir hava balonu gibi patlaması, verdiği sözleri tutamaması, ailesiyle birlikte sergilediği yapmacık “vatanseverlik gösterileri”, küstah ve saldırgan bir dil kullanması yeni bir savaşın fitilini ateşlenmeye hazır duruma getirmişti.
Fakat sürecin en etkili kırılma noktası Tovuz muharebesi oldu. Bu kırılma noktası 27 Eylül’de yaşanan saldırının ardından gelişen olaylara kuvvetli bir ivme kazandırdı. Bu seferki savaş öncekilerden çok daha farklıydı: küresel salgının yaşandığı bir dönemde ülkelerin ciddi ekonomik ve sağlık sorunlarıyla baş başa kalmaları, ayrıca Orta Doğu’da ve Akdeniz’de sıcak gelişmelerin yaşanması, yabancı devletlerin Türkiye’yi âdeta sorunlu alanlarla kuşatmak istemeleri, Kafkasları bu kuşağın bir parçası haline getirme girişimleri Ermenistan-Azerbaycan savaşına yeni pencereden bakma zorunluluğunu da beraberinde getirmiştir. Türkiye, dost ve kardeş Azerbaycan’ın yanında yer alarak, çok daha kuvvetli birliktelik nümayiş ettirmiş, sadece Ermenistan’a değil, Türkiye’nin bölge politikalarını engellemeye çalışan devletlere karşı kararlı bir duruş sergilemiştir. Her bir halde Ermenistan ve destekçileri yeni şartların dikte ettiği bazı gerçekleri kabul etmek zorunda kalacaklar. İlk günden başlayarak Azerbaycan ordusunun tüm cephe boyu başarılı taarruzu karşısında Ermenistan tarafı adeta şaşkına dönmüştür. İlk saldırılarda Ermenistan’ın 12 hava savunma sistemi imha edilmiş, silahlı insansız hava araçları ve helikopterle yapılan başarılı saldırılar sonucunda Ermeniler büyük zayiat vererek önemli mevzileri terk etmek zorunda kalmışlardır. Birbirinin ardınca geri alınan köyler, hâkim mevziler ve bağlantı yolları Azerbaycan ordusunun duruma hâkim olmasına yol açmış, sivil yerleşim birimlerindeki Ermenilerin bu birimleri terk etmelerini sağlamıştır. Bir başka dikkat çeken husus; Azerbaycan ordusunun Ermeni siviller konusunda son derece ihtiyatlı tutum sergilemesi, buna karşılık Ermeni silahlı birliklerinin sivil insanları hedef almasıdır.
Ermenistan, bu sefer önceki dönemlerde kendisine sağlanan desteği göremeyince ciddi bunalıma girmiştir: Amerika, Rusya, Fransa, Almanya vd. devletlerin yanı sıra BM Güvenlik Konseyi nezdinde girişimlerde bulunarak Türkiye’yi taraf olarak göstermeye çalışmışsa da BM Genel Sekreteri sözcüsü Stefan Dujarrik 28 Eylül’de verdiği bir brifingde, BM’nin Türkiye’nin Dağlık Karabağ’daki askeri çatışmaya müdahalesine ilişkin basında çıkan haberleri doğrulayacak veya tekzip edecek herhangi bir araca sahip olmadıklarını açıklamıştır. Paşinyan’ın Almanya Başbakanı A. Merkel’e adeta yakarırcasına müracaat ederek Türkiye’ye baskı yapma çağırısına cevap olarak Merkel, mevcut durumla ilgili "derin endişelerini" dile getirerek, Karabağ sorununun barışçıl çözümüne alternatif olmadığını kaydetmiş, müzakere sürecinin AGİT Minsk Grubu himayesinde yeniden başlatılması gerektiğini söylemekle yetinmiştir. Rusya’nın Kolektif Güvenlik Örgütü Anlaşması Örgütünün (KGAÖ) çatısı altında Ermenistan’a destek verilmesi gerektiğine ilişkin Ermeni tarafın nabız yoklaması da böyle bir şeyin imkânsız olduğu, keza savaşın Ermenistan topraklarında değil Azerbaycan sınırları içinde devam ettiği değişik platformlarda dile getirilmiştir. Rus medyasının konuya ilişkin yaklaşımında da Ermenistan’a yönelik önceki dönemlerdeki gibi açık bir desteğin olmaması dikkat çekmektedir. Fransa’nın öncülüğünde konunun BM Güvenlik Konseyine taşınması da etkin bir karar çıkacağı anlamına gelmemektedir. Nitekim 1994 ateşkesinden önceki dönemde BM Güvenlik Konseyinin almış olduğu ve Ermenistan’ın işgal ettiği topraklardan geri çekilmesini öngören dört karar (822, 853, 874, 884 no’lu kararlar) yerine getirilmemiş, tam tersi Ermenistan işgal sürecini kalıcı hale getirmek için müzakerelerin sonuca bağlanmaması yönünde yoğun çaba sarfetmiştir. Böyle bir durumda taraflara yapılacak “diyalog yoluyla çözüm” önerisinin Azerbaycan tarafından asla kabul edilmemesi gerekir. Bundan sonra Azerbaycan’ın izlemesi gereken yol hız kesmeden ve Ermenistan’a toparlanma fırsatı vermeden, mümkün olduğu kadar topraklarını düşmandan temizlemektir.
Sonucu ne olursa olsun, bu savaşın Azerbaycan ve Türkiye lehine çok büyük kazanımlar getireceği kaçınılmazdır:
- Ermenistan’ın Azerbaycan’a karşı yürüttüğü psikolojik harp stratejisi iflasa uğramıştır. Rusya’nın Ermenistan’a koşulsuz ve kesintisiz destek vereceğine ilişkin tahmin ve söylemler geçersiz hale gelmiştir.
- Ermenistan’ın Azerbaycan’a karşı herhangi bir savaşta galip gelme şansının olmadığı kesin bir şekilde doğrulanmıştır.
- Azerbaycan devleti ve toplumu “hep baskı altında kalan, yalnızlığa itilmiş devlet ve toplum” imajından kurtulmuştur. Halkın moral ve motivasyonu yükselmiş, kendi gücüne olan inancı tazelenmiştir.
- Azerbaycan ordusu gerek silah, mühimmat ve teknolojik donanım gerekse savaş kabiliyeti bakımından Kafkasların en güçlü ordusu olduğunu doğrulamıştır.
- Ermenistan’ın her geçen gün ifşa edilen “mazlum, mağdur ve çilekeş halk” düzmecesi artık bir işe yaramayacaktır,
- Türkiye ve Azerbaycan arasında gerek toplum gerekse devlet arasındaki bağlar son derece kuvvetli hale gelmiş, bu olaylar “bir millet iki devlet” şiarının daha sağlam temeller üzerine oturmasına yol açmıştır.
- Azerbaycan-Türkiye ilişkilerinin bundan sonraki dönemde de yükselen bir çizgide devam edeceği kesinleşmiştir.
- Türkiye; Orta Doğu ve Akdeniz’in yanı sıra Güney Kafkasya’yı da jeostratejik çıkar alanı kapsamına alarak askeri etkisini inşa etmeyi başarmıştır