BÜŞRA SOLMAZ

2011 yılında başlayan Suriye içindeki savaşların giderek şekil değişmesi ve yayılmasının ardından en büyük tehlike ile baş başa kalan ülke 911 km sınırı bulunan Türkiye olmuştur. Türkiye komşusunda olan bu savaş nedeni ile sınırındaki belirgin tehdit unsurlarına karşı bir dizi önlemler almış fakat savaşın hem yön hem şiddet değişimi ile beraber Fırat’ın batısında oluşan güvenlik problemlerinin de baş göstermesi ile bölgeye operasyon düzenlenmesi kaçınılmaz hale gelmiştir.

Bölge konum olarak değerlendirildiğinde, Ortadoğu’nun kalbi olarak da görülebilmektedir. Bölgenin hem konum açısından hem de yer altı zenginliklerinin ve dünyanın gidişatına yön verebilecek bir noktaya hakimiyet sağlaması açısından önemi açıktır. Bütün bu nedenler göz önüne alındığında Rusya, Amerika ve İran’ın bölge üzerinde yürüttükleri politikaları da oldukça önem arz etmektedir.

Amerika bölgeye hükmederek hem Ortadoğu’yu yönlendirme ve sömürme gücünü elinde tutmak hem de ülkesinden uzak bir karmaşanın yaşanması ile beraber Ortadoğu’da karşısında güçlü bir ülke görmekten uzak bir yapı oluşturarak bölgede istikrarsızlığı kendi çıkarına yarar şekilde yönlendirmek istemektedir. İstikrarsız bir yapıyı sağlamak amacı ile ise kendi kontrolünde bölgede var olan terör örgütlerine hem silah hem de bu silahları kullanmaları ve operasyonlara karşılık vermeleri amacıyla eğitimler vererek destek olmaktadır. Amerika’nın açısından bölge incelendiğinde tamamen çıkar arenası haline getirilmiş topraklar haricinde bir durum görülmemektedir. Kendi askeri birlikleri ile bölgeyi kontrolü altına almaya çalışan Amerika, Suriye topraklarında istikrarlı ve karşısında durabilecek, huzur ortamının hüküm sürdüğü bir devlet görmektense terörün kol gezdiği istikrardan uzak, yönetimi kolay bir yapıyı sürekli kılmak adına askeri birlikleri ile terörist unsurlara destek vermeye her zaman devam etmiştir.

Bölgenin dinamiklerini değiştiren bir diğer devlet ise Rusya’dır. Rusya, bölge için oldukça önemlidir. Rusya geçmişinden gelen güneye inme hayalinin gerçekleştirilmesi için bölgeyi bir yol olarak düşünmektedir. Bölge, Ortadoğu’yu yönetebilme kapasitesini içinde barındırdığı için Rusya’nın dış politika gündeminin de temelini oluşturmaktadır. Rusya bölgenin önemine binaen Amerika ile sürekli karşı karşıya gelmektedir. Bölgeye askerlerini göndererek orada belli bir yerinin ve söz hakkının olduğunu, kontrolü hiç elden bırakmadığını her fırsatta belirtmektedir. Rusya da Amerika gibi bu bölgede güçlü olanın Ortadoğu’da da söz sahibi olacağının son derece farkındadır.

Bölgede var olan bir diğer güç unsuru ise İran’dır. İran hem bölgeye hükmünü genişleterek istediği alanlarda istediği politikayı izleyebilmesi hem de güçlü diğer devletlere karşı bölgede olduğunu gösterebilmesi açısından bu bölgeye müdahalesini oldukça belirgin bir seviyede tutmuştur. Bölgede istikrarsızlığın devam edip bu istikrarsızlığı yöneterek kendi için bölgedeki krizi fırsata çevirmek adına hem silah hem de asker yardımı yaparak bölgenin daha da karışması konusunda rol almaktan hiç çekinmemiştir. Kendi çıkarları için bazı zamanlarda Rusya ve Türkiye ile görüşse de bölgede ne Rusya ne de Türkiye gibi güçlü bir devletin yönetim gücünü asla kabul etmemektedir. İran, bölge perspektifinden bakıldığında bölge topraklarının ne kadarında söz sahibi olabilirim, ne kadarını yönetip sömürüp diğer devletlerden daha üstün olabilirim düşüncesi ile kimi zaman Amerika ile kimi zaman ise Rusya ve Türkiye ile bir araya gelmiştir. Yürüttüğü politikanın o topraklarda bulunan halkın güven ve istikrarının sağlanması konusundan çok uzak olmasının yanı sıra tek isteği devam eden istikrarsızlığın yönetim gücünü elinde bulundurarak önce Ortadoğu’ya sonra da dünyaya hükmedebilme hayalidir.

Bölgede kurulan satranç tahtasının bir diğer önemli oyuncusu ise Türkiye’dir. Türkiye, sınır komşusu olması nedeni ile bölgedeki olay ve istikrarsızlıklardan birinci derecede etkilenmektedir. Kendi ülkesindeki halkın huzur ve güvenliği için sınırlarında güvenli bir ortam kurabilmesi şarttır. Bölgedeki karışıklık ortamının ve bu ortamın yönetiminin tek bir elde olmadığı aşikardır. Türkiye kendi güvenliğini optimum seviyeye çıkararak bu optimum durumun sürdürülebilirliğini sağlamak amacı ile bölgede bulunan terörist unsurlara yapılan silah yardımlarının durdurulmasını ve kesinlikle hiçbir konuda yardım edilmemesini talep etmiştir. Fakat hem görünen hem de el altından yapılan para ve silah yardımlarına engel olunamamıştır.

Bölgenin giderek karışması ve terörün her geçen gün gücünü arttırması üzerine Türkiye’yi kendi güvenliğini sağlayarak bölgede istikrar ortamının düzenlenmesi amacı ile bir operasyon yapması durumuna itmiştir. İstikrar ortamının sağlanma olasılığı Amerika’yı oldukça rahatsız etmiş olsa da Türkiye güvenlik hakkını kullanmıştır. Türkiye, Amerika’dan terör örgütlerine verilen desteğin kesilmesini talep etmiş fakat talebi karşılıksız kalmıştır. Bunun üzerine bölgede diğer bir dinamik güç olan Rusya ile bölgeyi değerlendirmiş ve ardından da kendi güvenliği ve hakimiyet alanı için operasyon düzenlemiştir.

Türkiye’nin bölgeye operasyon düzenlenmesinin gerekliliği ise gün gibi ortadadır. Türkiye operasyon yapılmadan önce sürekli karşı karşıya kaldığı güney bölgesi olan Gaziantep ve Kilis’e yapılan roketatarlı saldırılara misli ile karşılık vererek iç güvenliğini sağlamak, sınırdan ilerlemeye çalışan IŞİD militanlarının sınırdan geçerek ülke içerisinde kanlı operasyonlar yapmasını engellemek ve Fırat’ın batısında güvenli bir sınır bölgesi oluşturarak hem içeride hem de dışarıda ülke güvenliğini sağlamak amacı ile uluslararası hukuk çerçevesince de uygun görülen sınırlarını müdafaa hakkını kullanarak operasyon başlatmıştır.

24 Ağustos 2016 tarihinin sabahında Türk Silahlı Kuvvetleri obüs ve F16’lar ile bölgeye müdahaleye başlamıştır. Operasyon boyunca bölgede Türk Silahlı Kuvvetlerine Özgür Suriye Ordusu tarafından da destek verilmiş ve operasyon birlikte yürütülmüştür. 29 Ağustos’ta bölgeden sadece DAEŞ terör örgütünün militanları değil aynı zamanda PKK terör örgütünün uzantısı olan PYD militanları da püskürtülerek Cerablus bölgesi temizlenmiş ve Azez –Cerablus hattında kontrol sağlanmıştır.

Operasyonun devamında bir diğer önemli bölge ise Dabık Köyü olmuştur. Dabık Köyü konumu ve DAEŞ militanlarının merkezi noktalarından biri olması hasebiyle oldukça önemlidir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin desteği ile ilerleyen ÖSO birlikleri Dabık Köyünü de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin desteği ile ele geçirmiş ve DAEŞ terör örgütüne en büyük darbelerden biri vurulmuştur. Böylece 1000 kilometre karelik alanın güvenliği sağlanılmıştır.

Dabık Köyü’nün ardından ilerlemeye devam eden ÖSO birlikleri, yaklaşık on gün sonrasında ise El Bab bölgesine oldukça yaklaşmayı başarmıştır. İlerlemeler hızla devam ederek şubat ayında Türk Silahlı Kuvvetleri ile beraber El Bab, DAEŞ ve PYD unsurlarından tamamen temizlenerek kontrol altına alınmıştır.

Fırat Kalkanı operasyonu, Türkiye’nin iç ve dış güvenlik dengelerinin yönetimi, Türk halkının güvende ve huzurlu hissetmesi için gerekli olan güven ortamının sağlanması adına temel bir öneme sahip olmuştur. Fırat Kalkanı operasyonu ile beraber hem içeride mücadele edilen PKK terör örgütünü sınır hattına bağlantısı olan PYD militanları ile zarar vermesi hem de DAEŞ terör örgütünün dışarıdan ve ülke içine gelerek yapmayı planladığı saldırılar engellenmiştir.

Fırat Kalkanı operasyonu ülke sınırlarını ve halkın güvenliğini korumak adına hukuki olarak da hak olan bir mücadeledir. Bu mücadele, orada görev alan bütün askerlerimizin, görevde şehit düşen vatan evlatlarımızın, vatan için evladını, eşini, babasını, abisini/kardeşini şehit vermiş bütün ailelerin ve görev uğruna gazi olarak geri dönmüş şerefli Türk askerinin halkını korumak adına yürüterek başarıya ulaştırdığı ve kendi topraklarının bir avucundan dahi vazgeçmeyeceğini tekrar tekrar kanıtladığı bir operasyon olarak tarihe yazılmıştır.

 Gösterilen bu kararlı duruş ve mücadele satranç tahtasındaki diğer güçleri rahatsız etmiş olsa da Türkiye müdahalesinde haklılığını her zaman ortaya koymuştur. Durumdan rahatsız olan Amerika, İran ve kendi halkını bombalayan Şam yönetiminin yaptıkları göz önüne alındığında bölgede kaynayan kazanın altına ateş atılmak istendiği çok barizdir. Atılacak her ateşin bölgeyi daha da fazla kavuracağı durumunun farkında olan Türkiye, sınırındaki bu yangını durdurmak için gerekli adımları atmış ve meşru haklarını kullanarak bölgenin gidişatına yön veren temel devlet olma durumuna gelmiştir.

Bölgedeki savaşın gidişatına ve şiddetine bakıldığında, savaşta görev alan unsurların çeşitliliğinin artması nedeni ile tespitin güçleştiği ve devlet dışı unsurların da bölgede oldukça aktif görev aldığı görülmektedir. Özellikle Amerika tarafından açıkça desteklenen terörist güçlere 5000 tır silah yardımı yapılmasının ardından bölge oldukça ısınmış ve karışıklıklar bir üst seviyeye taşınmıştır. Bölgede var olan ülkeler kendi çıkarlarını korumak ve bölgede baskın güç kalmayı sağlamak için kendi asker ve vatandaşlarını kullanmak yerine parçalanmış grupları, işlevsiz ülkelerin askerlerini kullanarak savaş arenasında vekalet savaşı uygulamasına gitmişlerdir. Bölge içerisine bakıldığında savaş arenasında Amerika’nın savaş şirketlerinden olan Blackwater, CISPG, Vinnell, DynCorp gibi savaş şirketlerinin ve Rusya devletine bağlı olan Wagner, Slavonic Corps gibi şirketlerin bölgede oldukça aktif savaştıkları ve hatta savaşın gidişatını yönlendirdikleri görülmektedir. Bölgedeki savaşın bu denli çeşitlenerek yayılması destekçisi olan ülkelerin silah şirketlerinin kazançlarında da oldukça büyük bir değişim meydana getirmiştir. Savaşın başlamasından itibaren Lookheed Martin, Raytheon, Oshkosh gibi silah şirketlerinin kazançlarının da savaşın hızının artması ile doğru orantılı arttığı görülmektedir.

Amerika ve Rusya gibi savaşın dinamiğini oluşturup satranç tahtasında oyunun gidişatını belirleyen ülkeler bu şirketler sayesinde bölgedeki krizi kendi ülkeleri için hem ekonomik bir kazanca çevirme şansını yakalamış hem de bölgesel olarak söz sahibi ve nüfuz gücünü elde etmeye yönelmişlerdir. ABD, bölgede NATO müttefiki Türkiye olmasına rağmen hem savaş şirketleri ile hem de bulunan terör örgütlerine yaptığı para ve silah yardımları ile bölgeyi karıştırarak bu karışıklıktan nemalanmaya devam etmektedir. Buna karşılık Türkiye ise, attığı bütün adımlarla kararlılığını net bir biçimde göstermiş yapacağı hamlelerden taviz vermeyerek savaşın hüküm sürdüğü bu topraklarda istikrarı sağlamak amacıyla bölgedeki ağırlığını korumuştur.