OTORİTERLEŞME VE DEMOKRATİKLEŞME TEORİLERİ BAĞLAMINDA LATİN AMERİKA’DA ASKERİ DARBELER
MILITARY COUPS IN LATIN AMERICA WITHIN THE CONTEXT OF DEMOCRATICATION AND AUTHORITIZATION THEORIES
ABSTRACT
Latin America is a region known for its military coup experiences. The aim of this article is to explain the authoritarianism experienced in the Latin America region through the Military Coups in 1958-1975 within the scope of Chile, Argentina and Brazil, with the theories of democratization and authoritarianism in Political Science. In this context, it is aimed to make sense of and justify the Military Coups that are frequently experienced in this region through these theories. The scope of the article is about the authoritarianism, which was defined as the 2nd reverse wave by Samuel Huntington, who gave a perspective to the theories of democratization and authoritarianism and developed the "wave theory" in order to determine whether democracy progresses in a linear way, and which took place through Military Coups, especially in the Latin America region, between 1958 and 1975. It is the period of time. In this article, Military Coups in Latin America; The "Culture of Citizenship" theory developed by Almond and Verba regarding the dimension of political culture, the tendency of the military to intervene in the political system in Latin America will be explained by Charles Tilly and Maurice Duverger.
Keywords: Latin Amerika, otoriterleşme, askeri darbe. Latin America, authoritarianism, military coup.
GİRİŞ
Latin Amerika bölgesinde bulunan ülkeler bağımsızlığını 19. Yüzyıldan itibaren dönem dönem ve hatta yıl aşırı askeri darbe deneyimi yaşamış, demokrasileri kesintiye uğramış ve askeri yönetim tarafından otoriter rejimler altında yönetilmişlerdir. Demokratikleşme ve otoriterleşme Siyaset Bilimi literatüründe çeşitli teoriler ile açıklanmaktadır. Bu çalışma askeri darbeler yolu ile gerçekleşen otoriterleşme deneyimini ülke ve bölge özelinde anlamlandırmaya; teori ile pratiği birleştirmeye odaklanmaktadır. Söz konusu anlamlandırma çabası Siyaset Bilimi literatüründe ordu üzerine çalışmalarıyla dikkat çeken Charles Tilly, Maurice Duverger; siyasal kültür boyutu ile Gabriel Almond ve Sidney Verba aracılığıyla ele alınırken makalenin kapsamı Huntington ’un demokrasi dalgaları teorisinden hareketle oluşturulmuştur. Latin Amerika’da askeri darbeler yolu ile yaşanan otoriterleşme deneyimleri Charles Tilly tarafından literatüre kazandırılan “de- democratization” kavramıyla demokrasiden geriye atılan adımlar olarak tanımlanabilir. Temel olarak Demokratikleşmenin doğrusal bir biçimde gerçekleşip gerçekleşmediği sorusuna cevap vermek üzere ortaya koyulan Samuel Huntington’ın Üçüncü Dalga isimli eseri Latin Amerika’da 1958-1975 yılları arasında gerçekleşen askeri darbeleri demokrasi açısından büyük bir kesinti olarak “ters dalga” ile açıklanır. Bu kapsam ve amaç üzerine kurulan çalışmada öncelikle bölge ve ülkeler için bir tanım verilecektir. Ardından kavramsal çerçeve bölümünde Huntington, Almond ve Verba, Maurice Duverger ve Charles Tilly’nin teorileri açıklanacaktır. Bu teoriler Latin Amerika’da kapsam dahilinde seçilen ülkelerin özellikleri ve Latin Amerika ordusunun ve siyasi kültürünün genel özellikleriyle birlikte açıklanacaktır. Çalışmanın pratik kısmında ise Şili, Arjantin ve Brezilya’da yaşanan askeri darbelerin nasıl bir ortamda gerçekleştiği ve teoriler ile hangi bakımdan uyuşma özelliği gösterdikleri ortaya konulacaktır.
1.Latin Amerika: Şili, Arjantin ve Brezilya Örneği
Bu çalışmada tarihi ve kapsamı Huntington ’un demokrasi dalgaları teorisinden hareketle ikinci ters dalga olarak 1958-1975 tarihleri arasında özellikle Latin Amerika’yı işaret ettiği askeri darbeleri incelemek amacıyla örneklem ülke olarak Şili, Arjantin ve Brezilya seçilmiştir. O halde yaşanan otoriterleşme ve askeri darbelerden bahsetmeden önce Latin Amerika bölgesi için bir tanıma yer vermek ve bu ülkeleri tanımlamakta fayda vardır. Ankara Üniversitesi Latin Amerika Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü
Prof. Dr. Mehmet Necati Kutlu Stratejik Düşünce Enstitüsünde gerçekleştirdiği “Latin Amerika: Kavramlar ve Sayılar” başlıklı konferansında Latin Amerika’yı “Latince kökenli diller konuşan, Katolik inancına mensup, Avrupa tarafından keşfedilen, fethedilen, sömürülen ülkeler” şeklinde tanımlamıştı. Yine Prof. Dr. Mehmet Necati Kutlu 22-23 Kasım 2014 tarihinde gerçekleştirilen Latin Amerika Çalıştayında bu kez coğrafi nitelikleri ağır basan bir tanım ortaya konmuştur.
“Latin Amerika coğrafi değil kültürel bir tanım esasında. Latin Amerikalı dediğimiz, Kübalı Jose Marti’in dediği gibi Rio Bravo’dan Patagonya’ya kadar, yani günümüzdeki Meksika- Amerika sınırından Güney Amerika’nın en uç noktasına kadar, Pasifik’le Atlantik’in birleştiği yere kadar. 20 tanesi büyük ülke olmak üzere 32 ülkeden söz ediyoruz. Yani bildiğimiz gibi özellikle Karayipler’de çok küçük ada devletçikleri var; bunları da saydığımızda, 32’ye ulaşıyor; ama büyük ülke dediğimiz ülkelerimiz yirmi tane. 22 milyon kilometrekarelik bir yüzölçümünden bahsediyoruz ve 570 milyon kişinin yaşadığı bir coğrafyadan.” (Ankara Üniversitesi Yayınları , 2013, s. 23)
Çalışmada, ters dalga kapsamında Latin Amerika’da yaşanan askeri darbeleri anlamlandırmak ve ülke bazında bir analizini yapabilmek amacıyla Şili, Arjantin ve Brezilya örneklem ülke olarak seçilmiştir. O halde bu ülkeler üzerinde coğrafi ve kültürel görünümlerine ilişkin bir tanımlama yapmak gerekmektedir. Bu kapsamda Arjantin’de General Ongania’nın Ulusal Kongreyi dağıtmasıyla 1966 yılında meydana gelen askeri darbe ve otoriterleşme incelenecektir. “Arjantin 23 eyalet ve bir federal bölgeden oluşan Federal bir Cumhuriyettir. Güney Amerika’nın doğusunda yer alan Arjantin, kuzeyde Paraguay ve Bolivya Cumhuriyetleri, güneyde Şili Cumhuriyeti ve Atlantik Okyanusu, doğuda Brezilya Federal Cumhuriyeti, Uruguay Cumhuriyeti ve Atlantik Okyanusu, batıda ise Şili ile komşudur.” (Nicoi Elena & Akkuş, 2016, s. 57) Esasen Arjantin 20.yüzyılın ikinci çeyreğine kadar Latin Amerika içerisinde ve hatta dünya üzerinde en sivil ve istikrarlı devletlerden birisi olma özelliğini göstermiştir. Demokratik konsolidasyonu tamamlayamayan Arjantin de Latin Amerika’da ki diğer ülkeler gibi darbelerin ve otoriterleşmenin kurbanı olmuştur. “Arjantin 20.yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren askerlerin sürekli olarak siyasal sisteme hâkim olduğu ve kısa dönemli kesintilerle iktidara geldikleri ve fiili iktidarlarının 1983 yılında demokrasiye geçiş sürecine kadar devam ettiği bir ülkedir.” (Nicoi Elena & Akkuş, 2016, s. 58) O halde
Arjantin hem demokratik hem de otoriter rejimleri deneyimlemiş bir ülkedir. “Arjantin’in siyasal tarihinde hem diktatörlüğün hem de siyasal demokrasinin tam olarak kurumsallaştığı dönemler olmuştur.” (Sözen, 2018, s. 69) Arjantin’in batı komşusu Şili’de ise General Augusto Pinochet önderliğinde 11 Eylül 1973 yılında “Şili Usulü Sosyalizme Doğru” politikasını uygulayan Başkan Allende yönetimi devrilmiştir. “Şili, Amerika kıtasının güneybatı kıyısında, Arjantin’in batısında, And dağları ile Büyük Okyanus arasında kalan, kuzeyden güneye dünyanın en uzun ülkesidir. Başkenti Santiago, ülke nüfusunun neredeyse yarısı bu ülkede yaşar.” (Aslan, 2016, s. 147) Arjantin’in doğu komşusu Brezilya 1964 yılında askeri darbenin liderlerinden biri olan Castelo Branco’nun yönetime getirilmesiyle bir askeri darbe yaşamıştır. “Latin Amerika’nın dans ve özgürlükler ülkesi olarak tasvir edilen Brezilya’nın bayrağında da “düzen ve ilerlemenin” temel bileşenleri olarak yeşilin simgelediği yağmur ormanları, sarının yansıttığı altın ve mineral kaynaklar oluşturmaktadır.” (Yazan, Sakman, & Küçüker, 2016, s. 105) Birbirlerinin sınır komşusu olma özelliği gösteren bu üç Latin Amerika ülkesi aynı dönemde (ters dalga) askeri darbe yoluyla otoriter rejimlere dönmüşlerdir.
2.Kavramsal Çerçeve
Otoriterleşmeyi Tanımlamak: Askeri Darbeler
Tanım ihtiyacını karşılamak üzere bu çalışmada otoriterleşme öncelikle demokratikleşme üzerinden açıklanacaktır. Demokratikleşme kriterleri bakımından üç temel şartı sağlaması bakımından tanımlanabilir. “Demokratikleşme, seçme ve seçilme hakları ile beraber kişisel özgürlüklerin, insan haklarının ve hukukun üstünlüğünün uygulanma sürecidir.” (Gürsoy, 2018, s. 85) Öte yandan otoriterleşmeyi tanımlamak, anlamak ve pratikteki görünürlüğünü fark edebilmek açısından, otoriterleşmenin askeri darbe, devrim, muhalefetin sindirilmesi gibi yollarla gerçekleşen; “demokrasiden geriye atılan adımlar” olarak tanımlayabiliriz. İncelemekte olduğumuz Latin Amerika bölgesinde otoriterleşmenin bir yolu olarak askeri darbeler sıklıkla bir araç olarak kullanılmaktadır. Gerçekten de özellikle Huntington’ın ikinci ters dalgasına denk gelen 1958-1975 yıllarında Latin Amerika’da Arjantin, Brezilya ve Şili’de silahlı kuvvetler yönetime el koymuştur. “Gerçek manada otoriterleşme ancak demokrasinin tanımında olmazsa olmaz koşullardan bazılarının ortadan kalktığı durumlarda söz konusudur. Başka bir ifadeyle, seçme ve seçilme hakkının, bireysel özgürlüklerin, insan haklarının ve hukukun üstünlüğünün açık bir şekilde ihlal edildiği durumlarda otoriterleşme gözlemlenmektedir.” (Sözen, 2018, s. 62) O halde otoriterleşmeyi demokrasiden geriye atılan bir adım, demokratik gerileme olarak okuyabiliriz. Nitekim bu ifade Charles Tilly tarafından literatüre “de-democratization” olarak geçirilmiştir. “Otoriterleşmeyi, Tilly ’nin kavramıyla “demokratikleşmenin geri çevrim” dönemi olarak da düşünmek mümkündür.” (Müşerref Gezgüç, 2017) Otoriterleşmeyi en yalın hali ile yönetimin seçim ile iş başına geldiği bir rejim olarak demokrasinin zıttı şeklinde tanımlarken bu zıtlığın nasıl geliştiğini de ortaya koymak son derece önemlidir. Konumuz gereği Latin Amerika’da askeri darbe yolu ile otoriterleşmeyi ele aldığımızda askeri darbe dediğimiz hadiseyi de tanımlamak gerekmektedir. Askeri Darbe devletin hali hazırda -demokratik veya otoriter olabilir- işler olan kurumlarının ve hükümetin şiddet yoluyla silahlı kuvvetler tarafından gasp edilmesi olarak tanımlanabilir. Askeri Darbe sonrasında hükümetler askeri yönetim tarafından devralınır ve ortaya askeri rejimler çıkar. Askeri rejimlerin iki şekilde görünürlüğe sahiptir. Bir örneğinde silahlı kuvvetler yönetimi tamamen ele alırken ikinci bir örneğinde görünürlüğü nispeten az fakat askeri rejimin müdahalesi yine etkindir. “Askeri rejimlerin ikinci türü, askeriye tarafından desteklenen kişileştirilmiş diktatörlüklerdir.” (Heywood, 2016, s. 352) Bunun tarafımızda incelenecek olan en bariz örneği olarak 1973’te Şili’de meydana gelen askeri darbe ile yönetime el koyan General Pinochet verilir. Tüm bu bilgilerin ışığında Latin Amerika’da askeri darbeler ve otoriterleşme Huntington, Almond ve Verba, Tilly ve Duverger aracılığıyla siyasal kültür, silahlı kuvvetlerin yapısı ve ordu-siyaset ilişkisi gibi yaklaşımlarla aşağıdaki başlıklarda incelenecektir.
2.2.Huntington: İkinci Ters Dalga
Samuel Huntington tarihsel süreç içerisinde demokratikleşmenin ve otoriterleşmenin bir tasnifini yapmak ve demokratik ilerlemenin doğrusal olup olmadığını tespit etmek amacıyla bir dalgalar teorisi ortaya koymuştur. Bu teori üç demokrasi dalgası ve iki ters dalgadan oluşmaktadır. Demokrasi dalgası ülkelerdeki demokratikleşme hareketlerini ifade ederken ters dalga ise otoriterleşmeyi ifade etmektedir. “Huntington Üçüncü Demokrasi Dalgası eserinde askerî müdahaleleri, demokrasiye karşı girişilen ters dalgalar olarak adlandırmıştır.” (Sözen, 2018, s. 64) Birinci dalga 19.yüzyılda Amerika, İtalya, Arjantin, Fransa ve İngiltere’de demokratik kurumların oluşmasını işaret etmekteydi. Birinci ters dalga ise 1922-1942 yıllarını kapsamakta ve Büyük Buhranın da etkisiyle
1933 Hitler Almanya’sı gibi otoriter rejimlere geçişi ifade eder. İkinci demokratikleşme dalgası 1943-1962 yılları arasında savaşı kaybeden ülkelerde; İtalya, Batı Almanya, Türkiye ve Brezilya’da demokratikleşmeyi ifade eder. İkinci ters dalga ise 1958-1975 yılları arasına tekabül eder. Bu bağlamda 1958 yılında tam 32 demokrasi yıkıma uğramıştır. Bu makale Latin Amerika’da otoriterleşmeyi ve askeri darbeleri anlamlandırmak amacıyla kapsam olarak Huntington ‘un ikinci ters dalga olarak sınıflandırdığı 1958-1975 yılları arasında yaşanan askeri darbeleri incelemektedir. “Huntington’ un ikinci ters dalga (1958-1975) dediği bu dönemde özellikle, Latin Amerika’daki hemen hemen bütün ülkelerde askeri darbelerle demokratik rejimler yıkılmıştır.” (Sözen, 2018, s. 64) Böylelikle Latin Amerika’da askeri darbeler yoluyla otoriterleşmenin gerçekleştiği Şili, Arjantin ve Brezilya kapsamı Huntington’ un teorisi ile ortaya konmuştur.
Latin Amerika bölgesinde askeri darbeleri anlamlandırmak ve bu müdahalelerin bir yorumu yapmak amacıyla yine Huntington’ un ordunun siyasal süreçler üzerindeki etkisini değerlendirdiği görüşlerine başvurulabilir. Huntington askeri darbeleri ilk olarak ordunun iç kültürü ile ilgili olduğunu öne sürer. Buna bağlı olarak da demokratik konsolidasyonun tamamlanmamış olması ve toplum içerisinde Sivil Toplum kültürünün gelişmemiş olması da askeri darbeleri açılar. Askeri darbelerde, doğası gereği darbe sonrasında yönetimi ordunun emir-komuta zincirinin başında bulunan generallerin devraldığı görülmektedir. O halde bu ülkelerde askeri yöneticiler sivil yönetime karşı bir ilgi duymakta ve kendilerinde bir yetkinlik hissetmektedirler. Buna ek olarak sivil-askeri siyaset ayrımının olmadığı Latin Amerika gibi bölgelerde darbelerin gelenek haline geldiği görülmektedir. İşte tam da bu noktada Huntington’ın önerisinden hareketle Latin Amerika’da ordu profesyonel olması yönüyle ele alınmalıdır.
“Huntington’ın askerin siyasi gücünü azaltma konusunda sunduğu formüllerden birisi profesyonellikle ilgilidir. Bunun için iki kontrol mekanizması sunmuştur. Birincisi “öznel sivil kontrol”, yani sivil gücün azami seviyeye çekilmesidir. Diğeri ise “nesnel sivil denetim”, yani askeri profesyonelliğin azamileştirilmesidir. Öznel sivil denetim, sivil grupların gücünün ordu karşısında azamileştirilmesini ifade etmektedir.” (Sözen, 2018, s. 64)
2.3.Almond ve Verba: Siyasal Kültür Boyutu
“Günlük hayatta “kültür” teriminin çok farklı kullanım şekilleri olsa da siyasi kültür kavramı esas itibarıyla üç bağlamda karşımıza çıkmaktadır. Bir ülkedeki siyasi kültürden bahsederken genel olarak o ülkede siyasetin yapılış biçimi (siyasi liderlerin üslubu propaganda biçimleri vb.), siyasi kurumların işleyiş ve yönetim şekli (kayırmacılık-torpil pratikleri, otoriterleşme vb.) ve bireylerin ve toplumun siyasal kurumlarla ilişkisi ve siyaseti algılayışı (siyasi kurumlara ve genel olarak siyasete duyulan güven vb.) işaret edilmektedir.” (Ayata & Gölgelioğlu Klujs, 2019, s. 299)
Latin Amerika’da gerçekleşen askeri müdahaleleri ve otoriterleşmeyi anlamlandırmak için esasen bölgenin kültürel yapısına değinmek gerekmektedir. Bir ülkede yaşanan siyasal her türden olay -oy vermeyi ya da protestoları düşünebiliriz- ülkede hâkim siyasal kültüre içkindir. Latin Amerika’da demokratikleşmeyi ve otoriterleşmeyi düşünürken yönetimin ve halkın bu olguları nasıl algıladığı göz önünde bulundurulmalıdır. “Almond, siyasi kültür terimini “siyasi nesnelere karşı yönelimler” olarak tanımlamış ve her siyasi sistemin böyle bir eğilimler bütünü içinde yer aldığını savunmuştur.” (Ayata & Gölgelioğlu Klujs, 2019, s. 304) Latin Amerika’yı demokratikleşme ve otoriterleşme teorileri bağlamında ele almak üzere siyasi kültür boyutu Almond ve Verba aracılığıyla ele alınacaktır. “Demokrasi açısından nasıl bir kültürel yapının elverişli olduğu sorusunda ilk ampirik yanıt Almond ve Verba’nın 1963’te yayımladıkları Vatandaşlık Kültürü (Civic Culture) adlı çalışmalarıdır.” (Ayata & Gölgelioğlu Klujs, 2019, s. 304) Böylelikle bu çalışma ile Latin Amerika Bölgesi’nin demokratik bir sisteme sahip olabilmesi için ihtiyacı olduğu değerleri ve neden otoriterleşme eğiliminde olduğu tespit edilebilir.
Siyasal Kültür kısa bir tanımına göre halkın siyasal kurumları, yönetimi ve siyasal meseleleri nasıl algıladığını ifade eder. Bu algı pozitif ve negatif anlamda toplumdan topluma ve bölgeden bölgeye farklı yorumlara sahiptir. Almond ve Verba “Vatandaşlık Kültürü” derken bu algılayış biçimine değinmektedir. Nitekim bu teorisyenlere göre bir ülkede demokratikleşmeden bahsedebilmek için bazı özelliklere sahip bir vatandaş profili bulunmalıdır. “Vatandaşlık Kültürü” aynı zamanda demokrasi için en uygun siyasi kültür olarak savunulmaktadır. Bu çalışmada bu iki teorisyenin ifadeleri ile Latin Amerika’da askeri darbeler yoluyla otoriterleşme geleneği siyasal kültür yaklaşımıyla ele alınacaktır.
Nitekim siyaset sosyolojisinde, siyasal kültürün amacı da siyasal yönelimleri ve rejimleri toplumsal bir bakış açısıyla ele almaktır. “Siyasi kültür çalışmalarının temel motivasyonu, demokratik rejimin istikrar koşullarını toplumsal özellikler ile ilişkilendirmektir.” (Ayata & Gölgelioğlu Klujs, 2019, s. 304) Almond ve Verba’nın bakış açısına göre Latin Amerika’da gerçekleşen askeri müdahaleleri sadece otoriterleşme tanımıyla ve ordunun siyasi sisteme olan ilgisi ile değil aynı zamanda Latin Amerika’da ki vatandaşlık/yurttaşlık kültürü ve vatandaşların siyaseti nasıl gördüğü ve nasıl tanımladığı ile açıklamamız gerekmektedir.
“Gabriel Almond ve Sidney Verba siyasi kültüre odaklanmış ve demokrasilerin ancak belli kültürlerde tohumlarını ektiklerini belirtmişlerdir. Bu yazarlara göre, demokrasiye olanak sağlayan yurttaşlık kültürü, toplumda dar görüşlü ve boyun eğen değerlerin daha az benimsendiği ancak daha güçlü olan katılımcı siyasi değerleri dengeledikleri durumlarda ortaya çıkmaktadır. Yurttaşlık kültürünün olduğu ülkelerde, vatandaşlar seçimlerin sonuçları gibi siyasi olaylarla yakından ilgilenmekte farklı düşünceleri ve siyasi görüşleri hoşgörüyle karşılamakta, sivil toplum kuruluşları ve yerel hükümetler gibi kurumlara iştirak etmekte ve aralarında sivil iş birliğine ve güvene açık olmaktadırlar.” (Gürsoy, 2018, s. 87)
Almond ve Verba Siyasi Kültür üzerine bu terimin hangi ülkede ne şekilde oluştuğunu belirleyebilmek amacıyla yerel, uyruk ve katılımcı nitelikli üç tür tipoloji geliştirmişlerdir. Bu tipolojiler bireylerin içerisinde yaşadıkları siyasi sisteme karşı davranış ve tutumlarını ortaya serer. Yerel nitelikte siyasi kültürde bireylerin sisteme olan ilgisi ve bilgisi zayıf ve sisteme karşı herhangi bir tutum içerisinde değilken Uyruk nitelikli siyasi kültürde bireyin ilgisi ve bilgisi olmasına rağmen siyasi bir tutum içerisine girememektedir. Demokratik bir siyasi kültür için mevcut olması gereken Katılımcı nitelikte siyasi kültürde ise birey sisteme etki edebileceğinin farkında ve dolayısıyla siyasi sistemin içerisinde yer almaktadır. O halde Latin Amerika’da Şili, Arjantin ve Brezilya’nın nasıl bir siyasi kültüre ve vatandaşlık kültürüne sahip olduğu ve otoriterleşmesinin önüne geçebilmek adına nasıl bir Vatandaşlık ve Siyasi Kültüre sahip olması gerektiği yorumlanabilir. Buna göre bu ülkelerde sivil toplum ve sendikalaşma oranı, siyaset tarzı ve ordunun iç kültürünün geliştirilmesi gerekmektedir. Her şeyden önce giriş kısmında da belirtildiği üzere Latin Amerika Avrupa tarafından keşfedilmiş ve yıllarca sömürülmüş bir bölge olması hasebiyle tanımlanan bir bölgedir. Ancak 19.yy’da Avrupa ülkelerinden bağımsızlığını kazanabilmiş olan Latin Amerika’nın siyasi kültürü sömürge döneminden kalan yapısı göz önüne alınarak analiz edilmelidir.
2.4.Maurice Duverger ve Charles Tilly: Ordu ve Askeri Darbe İlişkisi
Demokrasi, askeri darbe ve otoriterleşme ilişkisi özellikle söz konusu Latin Amerika’da Şili, Arjantin ve Brezilya özelinde inceleyeceğimiz ordunun siyasete olan eğilimi ve artan bir şekilde askeri darbelerin otoriterleşmeye yol açıyor olması sebebiyle önem kazanmaktadır. Dolayısıyla bu ülkelerde askeri müdahalelerin yoğunluğu ve ordu-siyaset ilişkisinin yapısal olarak incelenmesini gerektirmektedir. Otoriterleşme bu anlamıyla “otoriterleşmeyi anlamak” başlığı altında Tilly tarafından de-democratization (demokratikleşmenin geri çevrimi) kavramıyla açıklanmıştır. Bu iki bakış açısına ek olarak Şili, Arjantin ve Brezilya’da ordu yapısına değinmekte fayda vardır. Burada dikkat edilmesi gereken ordunun siyasal sisteme müdahale etme eğiliminin Latin Amerika’da adeta bir gelenek haline gelmiş olmasıdır. Dolayısıyla diyebiliriz ki ordu şiddet yoluyla yönetime el koymayı bir kurum olarak kendisine görev atfetmiş durumdadır. Başka bir ifade ile ordu kendisini siyasal sistemin asıl sahibi olarak görmektedir. Askeri darbeler kendi bağlamlarında (hangi ülkede gerçekleştiğine göre) incelendiğinde siyasi sistemlerine içkin olarak anlamlandırmak mümkündür. Ordunun ve askeri komuta zincirinin üst kademelerinin siyasette etkin rol oynaması, ordunun kendisini demokrasinin koruyucu olarak görmesi, egemenliğin asıl sahibi olduğunu öne sürmesi bu anlamlandırma çabasına birer örnektir. Askeri darbeye neden olan bir diğer faktör ise ordu yapısı ile ilgilidir. Ordu yapısı, ordunun eğitim düzeyi, profesyonelliği, ideolojik tutumu ve tarihi misyonunu yansıtır. Tarihi misyon üzerinden Latin Amerika ordu yapısı incelendiğinde, uzun yıllar boyunca Avrupa tarafından fethedilen bu topraklarda bağımsızlık mücadelesi ordunun en önemli misyonlarından birini oluşturmaktaydı. Bu mücadele kurtarıcı rolü olan bir ordu yapısı ortaya çıkarmıştır.
“Latin Amerika’da “libertadoismo” ve “caudillismo” önemli bir gelenektir. “Libertadoismo”yu kurtarıcılık, “caudillismo”yu da siyasi liderlik olarak çevirmek mümkündür. Kurtarıcı (el libertador), 19 yüzyılın başlarında Güney Amerika’nın bağımsızlık savaşları sırasında halkların kendilerini kurtaracaklarını umdukları karizmatik, eli silahlı liderdir. Profesyonel askerle ilgisi olmayan, askerlikle bağlarını kahramanlık üzerinden kuran bu liderler, Latin Amerika halkı tarafından kurtarıcı olarak görülmüşlerdir.” (Müşerref Gezgüç, 2017)
Bu başlık altında ele aldığımız düşünürler ise ordunun siyasal sisteme müdahale eğilimine dair ülke ve bölge özelinde; söz konusu yerlerdeki gelişmişlik düzeyini göz önünde bulundurarak açıklanabilen bir yaklaşım geliştirmişlerdir. Charles Tilly bölgesel bir yaklaşım olarak özellikle üçüncü dünya ülkelerinde askeri gücün ülke içine yöneldiğini öne sürmüştür. Gerçekten de Latin Amerika ülkeleri gelişmişlik düzeyi ekonomik ve teknolojik bakımından düşük olması nedeniyle üçüncü dünya ülkeleri arasındadır. Charles Tilly modern devlet ve ordu arasında bir ilişki kurarak, ordunun kurumsal ve nizami yapısını “modern devletin oluşumu” mantığıyla ele almıştır. Tilly çalışmalarında ordunun devlet içinde örgütlenmiş yapısını tek işlevli olarak savaşlarda ordunun rolü ve iç güvenliğe ilişkin rolü olmak üzere iki işlevli olarak ayırmıştır. Tilly çalışmasında ordunun geleneksel devletten modern devlete geçiş sürecinde değişen rolüne ilişkin dörtlü bir tasnife gitmiştir. Patrimonyalizm, Komisyonculuk, Ulusallaşma ve Uzmanlaşma olmak üzere dört aşamadan oluşan bu tasnifte ordunun giderek profesyonel bir yapıya devletin ise modern devlete evrimine dikkat çekmiştir.
“Charles Tilly’e göre ise üçüncü dünya ülkelerinde askeri güç çoğunlukla kendi ülkesine yönelmekte ve buna karşı ülke içinde önemsenebilir bir itiraz yükselmemektedir. Bu bakımdan üçüncü dünya ülkelerindeki sivil‒asker ilişkileri süreci, tarihsel olarak Batı’da gözlenen, ordunun iki işlevli (savaş ve iç baskı) halden, tek işlevli (savaş) hale dönüştürüldüğü ve askerleri sınıf mücadelesinin dışına çıkaran süreçten farklılık göstermektedir.” (Şener, 2013)
Yine benzer bir yaklaşım ile Maurice Duverger ordunun siyasal sisteme müdahalesini ülke ve bölge özelinde gelişmişlik düzeyi ile incelemiştir. Bu yaklaşımı Latin Amerika özelinde yorumlarken tarihsel süreçte ülkelerin ekonomik durumlarına ek olarak Arjantin, Brezilya ve Şili’de darbelerin gerçekleştiği yıllarda gerçekten de ekonomik sıkıntıların yaşandığını göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Söz konusu ülkelerin ekonomik gelişmişlik düzeyi incelendiğinde Brezilya kapsam dahilindeki yıllarda genel ekonomik görünümü ve enflasyon problemi ile Şili ise gelir dağılımı konusunda OECD ülkeleri içerisinde en adaletsiz olma özelliği göstermesi bakımından teori ile örtüşmektedir. Arjantin ise siyasal süreçlerinde hem otoriter eğilimleri hem de demokratik eğilimleri deneyimlemiş bir ülke olmasını gibi ekonomik yapısında da sık sık dalgalanmalar yaşamaktadır. Bu sebeple Arjantin’in bu teori ile örtüşmesini beklemek için gelişmişlik düzeyini darbenin gerçekleştiği yıllardaki ekonomik yapısı ile değerlendirmekte fayda vardır.
“Benzer bir yaklaşımla Maurice Duverger de bir ülkenin gelişme düzeyiyle ordunun siyasal sisteme müdahalesi arasında doğrudan bir ilişki kurmaktadır. Duverger’e göre, ülkenin gelişme düzeyi yükseldikçe, ordunun ülke yönetimine el koyma olasılığı azalmakta; ancak, ordu yönetime el koyduğunda da bunun “tutucu” olma olasılığı artmaktadır.” (Şener, 2013)
3.Kapsam Dahilinde Askeri Darbe Pratikleri 3.1.Arjantin ve 1966 Darbesi
Çalışmanın giriş kısmında Arjantin’in tarihsel süreç içerisinde otoriter rejimi de demokratik rejimi de deneyimlediği ve kurumsallaşma konusunda problem yaşadığı belirtilmişti. “Arjantin’in ilk demokrasiye geçiş deneyimi, demokrasinin birinci dalgası sırasında 1916 yılında yapılan adil seçimler sonucu gerçekleşmiştir. Bu deneyim 1930 yılında bir askeri darbe sonucu sona ermiştir.” (Sözen, 2018, s. 69) Arjantin’de yaşanan otoriterleşme ve askeri darbeleri açıklamak açısından siyasal kültürünün ve ordu yapısının inceleneceği çalışmanın teori kısmında ortaya kondu. Fakat tüm bunlardan söz edebilmek için Arjantin toplum yapısından bahsetmekte fayda vardır. “Arjantin halkının yaklaşık %90’ı Avrupa Kökenli olması itibariyle diğer Latin Amerika ülkelerinden farklılaşır. Resmi dili İspanyolca olup halkın %90’ı Katolik Hristiyan’dır. Arjantin’de eğitim seviyesi çok yüksek olup oku-yazar oranı fazladır. Arjantin kültürel alanda da diğer Latin Amerika ülkelerinin çok ilerisindedir.” (Nicoi Elena & Akkuş, 2016, s. 71) Arjantin’in siyasal kültürü ise 1880-1914 yılları arasında yaşadığı büyük göç olayının etkisi ile şekillenmiştir. Bugün modern anlamda bilinen Arjantin’in oluşum süreci bu göç hareketliliğine dayanmaktadır. “Göç sürecinin bir sonucu olarak, Arjantin sosyal yapısı daha karmaşık bir hal aldı ve aynı zamanda siyasal kültürü popüler tabaka ve orta sınıf grupların, kendilerine sağlanan Avrupa eşitliği sayesinde, ulusal kimliği biçimlendirmek konusunda etkin olmalarına yol açmıştır.” (Nicoi Elena & Akkuş, 2016, s. 61) Siyasi Kültür olarak Vatandaşlık Kültürü bağlamında Arjantin toplumunda örgütlülük özelliği görüldüğü bilinmektedir. Arjantin’in siyasi tarihinde görülen demokratik deneyimler bu iddiayı destekler niteliktedir.
1930 yılında yaşadığı askeri darbe ile otoriterleşen Arjantin öncesinde yaşadığı nispeten demokratik yönetimlerin ardından bu tarihten itibaren belirli aralıklarla askeri darbelere maruz kalmıştır. “Arjantin’in ilk demokrasiye geçiş deneyimi, demokrasinin birinci dalgası sırasında 1916 yılında yapılan adil seçimler sonucu gerçekleşmiştir. Bu deneyim 1930 yılında bir askeri darbe sonucu sona ermiştir.” (Sözen, 2018, s. 69) Arjantin’de 1950’li ve 1960’lı yıllar ise askeri rejim ve gerilla hareketleri ile tanınan bir dönem olmuştur. Nitekim 1955 yılında Peron otoriterleştiği gerekçesiyle askeri darbe ile görevden alınmış yerine gelen Başkan Halkçı Radikal Parti lideri Arturo Frondizi askerin muhalefeti ile 1962 yılında görevden alınmıştır. Frondizi ise 1963 yılında radikallerin adayı Artura Llia’nın başkanlığa getirilmesiyle azledilmiştir. İşte bu hadiseler sonucunda 1966 yılında General Ongania askeri darbesi ile yönetim yeniden devredilmiştir.
“Illia hem ekonomik alanda hem de siyasi alanda uyguladığı politikaların bedelini ağır ödemiştir. Arjantin medyası Illia’ya karşı bir yıpratma kampanyası başlatmış, hatta medyada bazı gruplar açıkça darbe istediklerini belirtmişlerdir. Darbe söylentisi gittikçe yayılmış ve asker de bu beklentiyi fazla geciktirmeden
karşılamıştır. General Julio Alsogaray ordu adına 28 Haziran 1966’da Illia’ya
istifa etmesi için çağrıda bulunmuştur. Illia ilk başta direndiyse de akşamına başkanlık makamından çekildiğini açıklamıştır. Yeni Devlet Başkanı Genelkurmay Başkanı Juan Carlos Ongania olmuştur.” (Müşerref Gezgüç, 2017)
1966 darbesi beraberinde uzun yıllar süren bir askeri rejim getirmiştir. Ayrıca darbe son derece sert bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Ordu darbeyi “Arjantin Devrimi” olarak nitelendirmiş dolayısıyla halkın tümüne mal etmiştir. “Arjantin toplumunun önemli bir özelliği örgütlü olmasıydı, fakat bu darbe döneminde örgütlü toplum pek etkili olmamıştır.” (Müşerref Gezgüç, 2017) 1966 darbesinin ardından Arjantin 1973 yılına kadar askeri diktatörlük altında yönetilmiştir.
3.2.Şili ve 1973 Darbesi
Bu bölümde Kavramsal Çerçeveye uygun bir analiz yapabilmek açısından Şili’nin ekonomik, kültürel ve siyasi arka planı göz önüne alınarak 1973 askeri darbesine giden yol anlamlandırılacaktır. Şili’de tarih boyu yaşanan ekonomik istikrarsızlıklar beraberinde siyasi istikrarsızlıkları tetiklemiştir. Nitekim 1973 darbesine giden yolda en büyük etkenlerden birisi ekonomik bunalımlardır. Günümüzde özellikle Latin Amerika’nın büyük ekonomilerinden birisi olmasına karşın çalışmanın kapsamı gereği 1970’li yıllar Şili ekonomisi baz alınacaktır. “Şili, Latin Amerika’nın en liberal ekonomisidir. Buna karşılık ülke gelir dağılımı adaletsizliğinin OECD ülkeleri içinde en yüksek olduğu ülkedir.” (Aslan, 2016) “Sonraki yıllarda ise ekonomik ve siyasi istikrara sahip, dünyadaki bütün ülkelerle serbest ve rekabete yönelik ticaret anlayışıyla hareket eden bir ülke haline gelmiştir. Asya-Pasifik, Kuzey ve Güney Amerika bölgeleri ardından da AB ülkeleriyle dış ticaretinin büyük bir bölümünü gerçekleştirmektedir. Şili Latin Amerika’daki ülkelerin en hızlı gelişen ekonomilerindendir.” (Filazi, 2020) Şili’de Latin Amerika bölgesinin genelinde olduğu gibi resmi dil İspanyolcadır ve 19.yüzyıl boyunca bağımsızlık mücadelesi vermiştir.
“Şili’de darbeler iki dönemde incelenebilir. İlk dönem 1924-1932 yıllarını kapsayan ve 6 darbenin gerçekleştiği bir süreçtir. İkinci dönem ise, 1973 yılında yapılan darbeyle başlayıp 1990 yılına kadar süren 17 yıllık askeri iktidarı kapsamaktadır.” (Filazi, 2020) Şili Latin Amerika’nın demokratik bir rejim tesis etme yolundaki en umut vadeden örneklerinden biridir. Belirtmek gerekir ki Şili’de gerilimler 1970 itibariyle Başkan Salvador Allende’nin Marksist politikaları, sağ-sol çatışmalarını doruk noktasına ulaştırmış, toplumda kutuplaşmalar, protesto ve grevler askeri darbeye sebebiyet vermiş, ekonomik kriz ise bardağı taşıran son damla olmuştur. “Ekonomik krizle birlikte protestolar, grevler ve lokavtlar artmıştır. Mayıs 1973’te Şili Yüce Mahkemesi ve Ağustos 1973’te Temsilciler Meclisi Allande karşıtı kararlar almış, Allende’nin politikalarını ve silahlı kuvvetleri yeniden yapılandırmaya çalışmasını kınamıştır.” (Gürsoy, 2018, s. 79) Tüm bu arka planın üzerine Genelkurmay Başkanı Augusto Pinochet liderliğindeki silahlı kuvvetler 11 Eylül 1973’de yönetimi ele geçirmiştir. Darbe öncesi grevler ve halk hareketliliği, askerlerin tepki göstermesi, ekonomiden kaynaklı olarak sermayenin memnuniyetsizliği gittikçe artan bir şekilde anarşi ve terörü besler hale gelmiştir. “Son yıllarda demokratik yöntemlerle yönetilmeye alışmış olan ve yakın tarihte büyük bir ‘şok’ yaşamamış olan Şili, şokların en büyüğünü yaşamalıydı ki ‘boş bir levha’ elde edilebilsin ve bu levhanın üzeri doldurulabilsin.” (Duman, 2018) “Böylece Latin Amerika’nın demokrasi konusundaki özgün örneği de bir darbeyle demokrasinin geri çevrim dönemine girmiştir.” (Müşerref Gezgüç, 2017) 17 yıl boyunca askeri rejim ile Augusto Pinochet yönetiminde kalan ülke ancak 1990 yılı itibari ile demokrasiye dönebilmiştir.
3.3.Brezilya ve 1964 Darbesi
Şili ve Arjantin’de olduğu gibi kapsam dahilindeki yıllarda Brezilya’da da ekonomik istikrarsızlıklar belirgindir. “Brezilya, ekonomik açıdan uzun süre yüksek enflasyonla ve büyük oranda dış borçlanma sebebiyle istikrarsızlık çekmiştir. 1990’larda yapılan özelleştirmeler gibi ekonomik reformlarla ülkenin mali durumu büyük ölçüde stabil hale gelmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, Brezilya dünyada en fazla gelir eşitsizliğinin olduğu ülkelerden birisidir.” (Yıldız, 2018) Brezilya’da genel görünüm kurumsallaşamamış bir demokrasinin varlığı şeklinde yorumlanabilmektedir.
“Geçmişten günümüze süregelen ekonomik bir ilerleme ve büyüme gözlenirken, ülkenin 21 yıllık askeri rejiminin ardından başlayan demokratikleşme sürecinin kurumsallaşma yönünde gösterdiği seyrin başarısı hususunda sürrealist bir görünüm sergilediğini söylemek mümkündür. Düşünsel olarak otoriter bir yapılanmanın tüm unsurları toplum tarafından reddedilirken, ülke siyasetinde patronaj ilişkilerinin öne çıktığı bir değişim dikkat çekmektedir.” (Yazan, Sakman, & Küçüker, 2016, s. 105)
1954 yılında Vargas’ın ölümünden 1964 yılına kadar Brezilya siyasetinde değişiklikler ve çalkantılar dur durak bilmemiştir. 1961’de seçimle iş başına gelen başkanın istifası üzerine yönetime gelen Başkan Yardımcısı Joao Goulart Brezilya siyasetinde kabul görememiş bunun üzerine ekonomik sıkıntılar ve toplumda destek göremiyor olması dolayısıyla darbenin önü açılmıştır. 1964 darbesinin ardından Brezilya 21 yıl askeri rejim tarafından yönetilmiştir. “Ülke uzun süre askeri rejim tarafından yönetilmiştir. Brezilya silahlı kuvvetleri 31 Mart 1964 tarihinde darbe yapmış ve 1985 yılına kadar iktidarda kalmıştır. Ülke 1989 yılında tam anlamıyla demokrasiye geçmiş ve Fernando Collor de Mello, 29 yıldan beri ilk defa doğrudan seçilen başkan olmuştur.” (Yıldız, 2018)
Sonuç
Literatürde Samuel Huntington, Almond ve Verba, Charles Tilly ve Maurice Duverger tarafından, otoriterleşme ve demokratikleşmeye dair geliştirilmiş olan teoriler bağlamında Latin Amerika’da Şili, Arjantin ve Brezilya özelinde incelenen askeri darbeler bazı ortak noktalara sahiptir. Nitekim bu üç ülkede de Latin Amerika’nın doğası gereği ordu koruyucu ve kurtarıcı misyonu gereğince askeri darbelere her zaman eğilimli olmuştur. Ülkelerin gelişmişlik düzeyi ise farklılık göstermek ile beraber kapsam dahilindeki yıllarda ekonomik bunalımlar yaşadıkları ve Latin Amerika’nın geneli gibi üçüncü dünya ülkeleri oldukları bir gerçektir. Bu bakımdan Tilly ve Duverger tarafından ortaya konmuş olan gelişmişlik düzeyi-askeri darbe ilişkisindeki doğrusal denklem söz konusu üç ülkenin de zaman zaman ekonomik olarak toparlanmış olsalar da genel manada istikrarsızlığın geçerli olması hasebiyle teoriyi destekler niteliktedir. Ülkelerin sahip oldukları siyasal kültürleri ise demokrasiye zemin hazırlar nitelikte olamamıştır. Dönem dönem yaşanan kesintili demokratik rejimlerin konsolidasyonlarının sağlanamamış olmasının sebebi sadece ordunun siyaset içerisinde aktif olması durumuyla açıklanamaz. Arjantin, Şili ve Brezilya’da siyasal kültür düzeyi demokrasiyi tam manasıyla sağlayabilecek boyutta değildir. Bu ülkelerde halk ordunun kurtarıcı misyonunu destekler niteliktedir. Bunu bir sebebi de darbe dönemlerinde toplumun yönetimden memnuniyetsizliği dolayısıyla grevlerin ve protestoların artması ve ardından gerçekleşen askeri darbelerdir. O halde denebilir ki toplum bu karışıklık ve yönetimden memnun olmadığı durumlarda, yıllar boyu ülkesini dış müdahalelerden koruyan, Avrupa ile savaşan ordudan bu kez de mevcut iç durumdan, yönetimden kurtarmasını beklemektedir. Latin Amerika için demokratik değerleri koruyabilecek bir Vatandaşlık Kültürü oluşturmak darbelerin önüne geçebilirdi. Fakat öte yandan tarihsel süreç içerisinde gelişimini bir sömürü ve topraklarının sistematik olarak ele geçirildiği bu ülkelerde orduya yüklenen misyon, inanç ve güven değiştirilemeyecek bir durumdur. Bu çalışmada Almond ve Verba bakış açısına göre Latin Amerika’da toplum özelinde siyasi kültürün incelenmesine ek olarak Tilly ve Duverger’in ordunun kimliğine dair düşünceleri eklemlenmiştir. Bu eklemlenmeye göre ordu içi kültür; toplumda orduya yüklenen misyon ve ordunun kendisine atfettiği kurtarıcılık misyonu uyarınca bir inceleme yapıldı. Bu iki bakış açısının birleştirilmesiyle ordu içerisinde eğitim düzeyi ve ideolojik yapılanmalar askeri darbelerin seyrini yönlendirdiği gözlemlenmiştir. Huntington’ın bakış açısına göre askerlerin ordunun iç kültürüne ilişkin olan siyasi gücü askeri darbelere sebep olmuştur. Bir bakış açısı sunmak açısından oluşturulacak olan ordu yapısı nitelik bakımından kapasite geliştirimine gidilebilir.
Extended Summary
This study aims to explain the military coups that have become a chronic problem of authoritarianism in Latin America in the context of the theories of authoritarianism and democratization in the Literature of Political Science. In order to explain whether modern democracies aradvancing in a linear way, Samuel Huntington observed the experiences of democratization and authoritarianism as of the 19th century in his third wave. Huntington’s called authoritarianism a reverse wave. In total, it detected three waves of democratization and two reverse waves. In this context, the scope of the article covers what the political scientist Samuel Huntington called the second reverse wave, pointing to authoritarianism between 1958 and 1975, especially through military coups in Latin America. It is seen that military coups occurred in Brazil in 1964, Chile in 1973 and Argentina in 1966. These military coups lead to the types of military regimes and authoritarianism in these countries. . In this study, authoritarianism is explained by the term "de-democratization", which was introduced into the literature by Charles Tilly as steps back from democracy. In addition, military coups have been described as a tool on the road to authoritarianism. In this study, authoritarianism and military coups in Latin America were made sense by examining the military structure and taking into account the political culture dimension. Accordingly, the Latin American army attributes itself to a liberating and protective mission due to the struggle for independence in the 19th century. Therefore, we can say that the army has assigned it a duty as an institution to seize the administration through violence. In other words, the military considers itself the original owner of the political system. Therefore, it feels the need to intervene in all kinds of economic, social and political unrest in the country. In Latin America, the military’s training in political interference is explained by the theories of Charles Tilly and Maurice Duverger. Indeed, according to Tilly and Duverger, there is a linear equation between the military’s intervention in the political system and military coups and the country’s level of economic development. Indeed, Latin American countries have economies that are not developed within the scope of third world countries. Argentina, Chile and Brazil have low economic indicators in the years covered by the study and have chronic inflation problems. Huntington’s suggests that military coups were first related to the military’s internal culture. Accordingly, the fact that democratic consolidation is not completed and the culture of civil society has not developed in society also explains the military coups. . In military coups, it is seen that generals who are in charge of the army’s chain of command take over after the coup. In these countries, then, military rulers have an interest in civilian rule and feel a competence in themselves. All kinds of political problems in countries cannot be explained without the dimension of political culture. According to a brief definition of Political Culture, it refers to how the people perceive political institutions, management and political issues. This perception has different interpretations from society to society and region to region in a positive and negative sense. There is a known equation, especially in the literature. Accordingly, a democratic regime cannot take place without a democratic political culture. For a democratic political system and a democratic political culture, the people must be participatory and sensitive in politics. Participation in Civil Society is also important. Almond and Verba identified three typologies regarding the nature of political culture in the terms "Citizenship Culture" which they introduced to the literature in 1963. These typologies are local, national and participatory. In Latin America, the people tend to protect their country from foreign interference rather than protect the administration because it is shaped around the struggle for independence. Therefore, he is not actively interested in politics. In order to make practical interpretations of these theoretical perspectives and the general Latin American outlook, it is explained how military coups in the countries covered took place. In Argentina, the military coup and authoritarianism of 1966 were examined when General Ongania dissolved the National Congress. Argentina was one of the most civilized and stable states in Latin America and even in the world until the second quarter of the 20th century. . Argentina, which has failed to complete democratic consolidation, has been the victim of coups and authoritarianism, as have other countries in Latin America. The 1950s and 1960s were known in Argentina for the military regime and guerrilla movements. Indeed, in 1955, Peron was ousted in a military coup for authoritarianism, and his successor, Arturo Frondizi, was ousted in 1962 by the military’s opposition. Frondizi was ousted in 1963 after the radical candidate Artura Llia was elected president. As a result of these events, general Ongania was re-handed over in 1966 with a military coup. In Chile, Argentina’s western neighbor, under the leadership of General Augusto Pinochet, president Allende’s administration, which implemented the "Towards Chilean Socialism" policy, was overthrown on September 11, 1973. The armed forces, led by Chief of Staff Augusto Pinochet, took over on September 11, 1973. Pre-coup strikes and popular mobility, the reaction of soldiers, and the dissatisfaction of the capital due to the economy have increasingly fed anarchy and terrorism. Argentina’s eastern neighbor Brazil suffered a military coup in 1964 when castelo Branco, one of the leaders of the military coup, was brought into administration. Changes and turmoil in Brazilian politics remained relentless until Vargas’ death in 1954. Vice President Joao Goulart, who came to the administration in 1961 after the resignation of the elected president, was not accepted in Brazilian politics, thus paving the way for the coup due to economic difficulties and a failure to gain support in society. After the 1964 coup, Brazil was ruled by the military regime for 21 years.