BAŞARISIZ DEVLET VS. GÜÇLÜ VEYA KONSOLİDE DEVLET

Gülise GÖKCE[1]

Öz

Immanuel Wallerstein’a (1979; 20) göre, merkez dışındaki çevre devletlerin, yani güçlü ve istikrarlı batılı devletler dışındaki tüm devletler tanımları gereği zaten “zayıftır” - ve bu azgelişmişliklerinin hem en önemli nedenlerden biridir hem de bir sonucudur. Soğuk Savaş ve özellikle de 11 Eylül sonrası başarısız devletlerin merkez devletler, yani güçlü ve konsolide devletler için bir tehdit oluşturduğu endişesi uluslararası alanda konuya ilginin artmasına yol açmıştır. Merkez devletler açısından başarısız devletlerde yaşanan iç çatışmalar açlık, şiddet, kitlesel göç, uluslararası terör, kaçakçılık üreterek güvenlik sorunun başlıca kaynağını oluşturmaktadır.

Başarısız devlet sayısı yıldan yıla artmaktadır. Özellikle Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafya’da başarısız devletlerin sayısının gittikçe artması ve bu durumun Türkiye’yi doğrudan etkilemesi nedeniyle ülkemizde konuya ilişkin yayınların sayısında giderek bir atış olduğu görülmektedir.

Bu çalışmanın amacı,  başarısız devlet kavramının anlamını ve bu sürece yol açan faktörleri betimlemektir. Buna mütakip başarısız devletliliğe yol açan faktörleri engelleyici stratejiler üzerinde durulmaktadır.

Anahtar Sözcükler: Güçlü Devlet, Başarısız Devlet, Ölçütler, Devlet Kapasitesi

Giriş

Türkçe literatürde “failed state”[2] kavramının karşılığı olarak giderek daha çok başarısız devlet kavramı kullanılmaya başlanmıştır. Bu kavram, aslında zayıf devlet, kırılgan devlet, yarı devlet,   çöken devlet, çökmüş devlet gibi kavramları bünyesinde barındıran bir üst kategoridir ya da başlıktır. Bu üst başlık altında yer alan her bir kavramın her biri farklı başarısız devletlilik düzeyinin farklı aşamalarını ifade etmek için kullanılmaktadır. Ancak bu kavramların literatürde birbirinin yerine kullanıldığı da görülmektedir. Bunun da temel nedeni başarısız devletlilikte nedenlerin, tetikleyici ve hızlandırıcı faktörlerin ve sonuçların birbiri ile iç içe geçmiş olmasıdır. Bu nedenle burada öncelikle başarısız devlet olgusu ve buna yol açan faktörler belirlenmeye çalışılmıştır.

Alan literatüründe başarısız devlet kavramının tanımı, sebep ve sonuçları konusunda henüz bir uzlaşı söz konusu değildir. Kavramın anlamı daha çok özellikleri üzerinden belirlenmeye çalışılmaktadır.

Başarısız devlet, güçlü veya konsolide (istikrarlı) bir devlet olgusunun karşıtlığı içinde tanımlandığından ve devletsellik hem bir ölçü/kıstas hem de ideal olarak alındığından burada öncelikle güçlü veya konsolide devlet nedir ya da nasıl anlaşılmalıdır sorusu kısaca irdelendikten sonra ana konuya geçilmektedir.

  1. Başarısız Devlet Kavramı

Genelde başarısız devlet kavramı, başarılı bir devlet norm olarak alınarak tanımlanmaktadır[3] . Burada da, yukarıda belirtildiği üzere bu yaklaşım benimsenmektedir.

 

  1. Güçlü ya da Konsolide Devlet

Siyaset ve yönetim bilimi alanında devlet kavramının tanımlanması konusunda devletin hukuki ve ampirik boyutu arasında ayırım yapılması gerekliliğine ilk dikkati çeken düşünürler Robert Jackson ve Carl Rosberg (1982:3vd.) olmuştur. Devletin hukuki boyutu, devletin uluslararası kuruluşlar tarafından tanınmasını ifade ederken, ampirik boyut ise bir devletin devletliliğini, yani devletin temel varlık sebebini oluşturan işlevler ve görevlerini içermektedir. Bu anlayış çerçevesinde devletin kapasitesi ya da gücü, devletin ampirik boyutuyla ilişkilidir. Devletin ampirik açıdan tanımının hareket noktasını ise, Weber’in devlet düşüncesi oluşturmaktadır (2012). Weber, devleti, “belli bir toprak parçası üzerinde fiziksel şiddetin meşru kullanımını tekelinde (başarıyla) bulunduran insan topluluğu” olarak görür (2012). Meşru şiddet kullanma tekeli, hem içe yönelik hem de dışa yönelik bir devletin bağımsız olduğunun göstergesidir. Bu bağlamda devletin ayırıcı özelliği, “şiddet kullanma ‘hakkının’ tek kaynağı” olma statüsüdür. Buna kaynaklık sağlayan unsur ise, meşruiyet’tir.

“Şiddet kullanma tekeli”, bir devletin devletliliği açısından yeterli bir özellik midir? Başarısız devlet tartışmalarında, bir devletin devletliliği için şiddet kullanma tekelinin tek başına yeterli olmadığı görülmektedir. Konuya ilişkin çalışmalarda Weber tarafından devletin ayırıcı özelliği olarak belirtilen “şiddet kullanma tekeli” unsurunun kapsamı, Tilly’nin (1975) çalışmalarından hareketle “vergi toplama kapasitesi” ve “kanun çıkarma ve uygulatma becerisi” unsurlarını içerecek şeklinde genişletilmiştir (Rotberg, 2003a; Schneckener, 2006; Lambach, 2008; Zartman, 1995; Bethke, 2009). Bu durum, bir devletin kendi toplumunu iç ve dış tehdide karşı koruyacak güçlü bir güvenlik aygıtına (polis ve ordu) sahip olmasının, o devletin kapasitesinin gelişmiş ya da güçlü olduğu anlamına gelmediğini, bir devletin güçlülüğünün vergi toplayabilme ve bunu yeniden topluma yansıtabilme kapasitesi ile de yakından ilişkili olduğunu ifade etmektedir.  Başka bir deyişle devlet, kanun çıkarma ve uygulatma becerisi, vergi toplama kapasitesi, iç ve dış güveliği sağlama gibi görevlere sahiptir. Son yıllarda bir devletin güçlü bir idari kapasiteye sahip olabilmesi için bunların yanı sıra bir dizi daha işlevi yerine getirmesi gerekmektedir. Bu işlevin başında da işleyen bir hukuk sistemine ve toplumun beklentilerini karşılaması (sağlık, eğitim, genel alt yapı hizmetlerini sağlaması) özellikleri gelmektedir. Bu açıdan bir devletin kapasitesi, bu unsurların analizi ve nitelik değerlendirmesi aracılığıyla belirlenmektedir. Bu bağlamda bir devletin, özünü oluşturan temel görevleri ve işlevini kaliteli, güvenilir ve şeffaf yerine getirme durumuna göre, güçlü bir kapasiteye sahip olduğundan ya da olmadığından söz edilebilir (Gökce, 2011).

Georg Jellinek, devlet olgusuna Max Weber’den biraz farklı yaklaşmaktadır. O’na göre önemli olan devletin etkinliğidir (Özalp, 2014:352). Jellinek devleti geliştirmiş olduğu ’’üç unsur öğretisi’’ ile tanımlamaktadır: Bunlar: “devlet ülkesi”, “devlet egemenliği” ve “halk”tır (1929:394). Bu üç kriter, devlet statüsünün oluşması için olmazsa olmaz koşullardır.

Devlet ülkesi, bir devletin başka devletlere karşı egemenlik kudretinin ülkesel sınırlarını ifade etmektedir. Halk ise; ülkede yaşayan insan topluluğudur.  Halk, ortak sosyo-kültürel özellikler (ortak dil, din veya kültür) ve hukuk düzeni çerçevesinde tanımlanmaktadır. Devlet egemenliği ise, iç ve dış egemenlik olarak iki anlamda kullanılmaktadır. İç egemenlikte devlet, bir siyasal düzeni kendi toprakları üzerinde vatandaşlarına karşı tesis etmeye gücüne sahipken; dış egemenliği ile de uluslararası hukuk çerçevesinde hür ve bağımsız olarak diğer devletlerle müzakere ve antlaşma yapma gücüne sahip olmaktadır.

Modern devletler pek çok işlevi yerine getirmektedir. Devletin temel işlevleri tartışmalı olmakla birlikte yine de devletin temel işlevleri konusunda Weber (2012) ve Jellinek’ten (1929) hareketle toprak bütünlüğünün korunması ve güvenliğin sağlanması, yani düzen/güvenlik üzerinde geniş bir uzlaşı söz konusudur. Buna ek olarak meşruiyet/hukukun üstünlüğü ve refah devletin temel işlevi olarak belirtilmektedir. (Schneckener, 2004: 12; Milliken ve Krause, 2002: 756). Bu bağlamda devletlerin öncelikli görevi, gerek iç gerekse dış tehdit ve tehlikelere karşı ülkenin toprak bütünlüğünü ve vatandaşlarının fiziki güvenliğini, yani kamusal düzeni sağlanmaktır. Refah işlevinde ise; devletin eğitim, sağlık, ekonomi, iş piyasası, kamusal altyapı yatırımları vb. gibi temel işlevlerini ve hizmetleri yerine getirme kapasitesidir. Meşruiyet/hukuk devleti işlevi ile de, devletin seçimler veya siyasi partilerin oluşumunu teşvik ederek vatandaşlarının siyasi katılımını sağlama ve onların siyasi haklarını (ifade, toplanma, dernek kurma hak ve özgürlükleri vb.) güvence altına alma yükümlülüğü vardır (aynı şekilde Özalp, 2014:353).

Devletin bu temel işlevleri yerine getirebilme düzeyi, devletin devletliliğinin ya da devlet olmanın gereklerini sağladığının bir göstergesi olarak ele alınmaktadır. Bu işlevleri yeterince yerine getiremeyen devletler, başarısız ya da kırılgan devlet olarak nitelendirilmektedir (Gökce, 2006a). Devletlerin başarısız ya da başarısızlığı ise, devlet kapasitesi olgusu üzerinden belirlenmektedir.

Devlet kapasitesi kavramının tek cümlelik bir tanımı yoktur. Fukuyama (2005), Tilly (2003, 2011), Rotberg, 2003 ve 2004; Migdal, 1988; Holsti, 1996; Tilly, 2011; Job, 1992 Mann (1984), Schneckener (2004), Soifer ve Vom Hau (2008) hareketle devlet kapasitesini; bir devletin i) toplumun tüm üyeleri için bağlayıcı olan politika ve kararları oluşturma ve bunları her koşulda uygulama ya da uygulatma yeteneği, ii) toplumun gündelik yaşamına fiilen nüfuz edebilme ve yönlendirebilme yeteneği, iii) farklı işlevlere sahip kamu kurumları arasında koordinasyon ve tutarlılığı sağlama ve kurumları kontrol etme yeteneği, iv) kamusal nitelikli hizmetlerin sunumu için gereken kurumsal örgütlenmeyi, perosneli tedarik kanallarını oluşturabilme ve tüm bu faaliyetler için gerekli olan maddi kaynağı toplama yeteneği v) kamusal yararın toplumsal aktörlerle birlikte oluşturulabilmesine ve kamusal değerin üretilmesine rehberlik edilebilme kapasitesi, vi) ekonomik, siyasal, toplumsal değişimi okuyabilme, hızlı/etkin çözüm üretme ve örgütleme yeteneği, vii) kamu hizmetlerine erişimin toplumun tüm katmanlarına eşit ve açık bir şekilde sağlama kapasitesi, viii) kamu personel sisteminin liyakat temelinde yapılandırılması, uygulanması ve uygulatılması yeteneği şeklinde betimlemek mümkündür (Gökce ve Gökce, 2015; Gökce, O. 2021).

Bu açıklamalardan da görüldüğü üzere, devlet kapasitesi, “tek başına devletin geniş bir örgütlenme yapısına, büyük mali imkanlara, personel sayısının büyüklüğüne bağlı değildir” (Alkan, 2020: 271). Önemli ve belirleyici olan devletlerin, devlet ve sivil toplum arasındaki ortak çıkarları yerine getirebilme ve toplumun gündelik yaşamına fiilen nüfuz edebilme ve yönlendirebilme yeteneğidir (Mann, 1984, 2011) ve bu amaçla kurumların, kaynakların, faaliyetlerin ve toplumunu etkin bir şekilde örgütlenmesi ve kontrol edilmesidir.

Bu kısa açıklamadan sonra başarısız devlet kavramının ne anlama geldiği sorusuna geçebiliriz.

 

  1. Başarısız Devletin Tanımı[4]

 

Schneckener’e göre başarısız devlet, devlet kurumlarının idare ve sevk kabiliyetlerini kaybederek yukarıda belirtilen üç temel alandaki işlevlerini yerine getirememeleri ile ortaya çıkmaktadır (2004:15).

Bu bağlamda Schneckener[5] (2004) tarafından güvenlik, refah, meşruiyet-hukuk devletliliği olarak devletin yerine getirmesi gerektiği ve uç ana fonksiyon üzerinden, dört farklı başarısız devletsellik tipolojisi geliştirilmiştir. Bunlar:  Konsolide devlet (consolidating satate), zayıf devlet (weak state), cokuş halindeki devlet (failing state) ve cokmuş devlet (failed/collapsed state).

 

  1. Konsolide/güçlü devlet (conlsolidating/strong state),
  2. Zayıf devlet (weak state),
  3. Çöküş halindeki devlet (failing state),
  4. Çökmüş devlet (failed/collapsed state).

 

Devletselliğin tipleri ve kapasite düzeyleri

 

Güvenlik  Refah   Meşruiyet/Hukuk Devletliliği

Güçlü/Konsolide Devlet      +            + veya +/ ̵        + veya +/ ̵

Zayıf Devletler                  + / ̵              A                    A

Çöküş sürecindeki D.           ̵ /+               A                    A

Çökmüş Devlet                      ̵ ̵ / +          + veya -        - /+ veya –

 

Kaynak: Schneckener, State at Risk, (2004:17)

 

Aşağıda bu devlet tiplerinin özelliklerini kısaca değinilmektedir[7].

 

Konsolide/güçlü devlet: Bu devlet tipinde devlet, milli birliğini, bütünlüğünü ve sınırlarını koruyacak güçlü bir güvenlik kapasitesine sahiptir. Bunun yanı sıra devletin  çekirdek alanlardaki temel işlevleri eksiksiz yerine getirme gücü ve kapasitesi vardır. Ayrıca bu tipte devletin idari kapasitesi yüksektir ve devlet-vatandaş bütünleşmesi büyük ölçüde sağlanmıştır. Dolayısıyla da farklı etnik ve dini gruplar kendini hakim kültüre entegre ve bağlı hissetmekte ve ayrışma arayışlarına girmemektedir (Holsti, 1996; Schneckener, 2004; Rotberg, 2004).

Zayıf devlet: Zayıf devletler, güçlü/konsolide devletlerden her şeyden önce devlet kapasitesinin yeterli düzeyde olmaması noktasında ayrılırlar. Zayıf devletlerde neopatrimonyal yönetim anlayışı hakim olduğundan devlet kapasitesi de düşüktür (Fukuyama, 2005: 23vd.). Bu nedenle bu devletlerin örgütleme kapasitesi ve kontrol kapasitesi de çok zayıftır (Tilly, 2003: 41).

Bu devlet tipinde güvenlik işlevi büyük ölçüde yerine getirilmektedir;  ancak diğer işlevlerde ciddi aksaklıklar söz konusudur.  Dolayısıyla bu devletler güvenlik işlevini kısmen de olsa başarılı bir şekilde yerine getirirlerken, işlevsel bir hukuk ve yargı sistemi hemen hemen yok denecek düzeydedir, aynı şekilde temel kamu hizmetlerin sunumunda da önemli eksikler söz konusudur.  Ayrıca bu devletlerde milletleşme süreci tamamlanmamıştır ve bu nedenle etnik, dini temelli ayrışmalar ve kutuplaşmalar çok yaygındır ve çoğu zamanda çatışmaya dönüşmüştür. Kısacası bu devlet tipinde devlet kapasitesi oldukça sınırlıdır (Holsti, 1996; Rotberg, 2004; Migdal, 1988; Schneckener, 2004; Seidl, 2007).

 

Çöküş sürecindeki devlet: Bu devlet tipinde devlet, hem iç hem de dış güvenlik işlevini (sınırlarını kontrol etme ve dışarıdan ülkenin varlığına yönelik tehditleri bertaraf etme) sağlamada yetersizdir. Devlet, çoğu zaman ülke toprağının sadece belli bir alanında idare ve kontrol kapasitesine sahiptir; buna bağlı olarak da kamu düzeni ve bireysel can ve mal güvenliği yoktur.  Ülke içinde terör örgütleri, suç örgütleri ve mafya tipi illegal örgütler güçlüdür ve sürekli hem devletin güvenlik birimleri ile hem de kendi aralarında çatışma halindedirler. Ekonomi ve finans sistemi ağır aksak işlemektedir, ama kayıt dışılık çok yüksektir ve kaçakçılık çok yaygındır.  Elektrik, su, sağlık gibi temel hizmetler, iletişim ve ulaşım sınırlıdır. Devletler, başta güvenlik işlevleri olmak üzere diğer alanlarda da işlevlerini yerine getirmede zorlandıkları için vatandaşlar kendilerini devlete ya da topluma bağlı hissetmemektedirler ve güvenlik ve dayanışma duygusunu tarikatlar, aşiretler, etnik temelli ayrılıkçı örgütlerde aramaktadır. Bunun sonucunda da bu tip örgütler, kişileri kendi malları gibi görmekte ve onları sömürmektedir (Zartman, 1995).  Tüm bu gelişmelerin sonucunda bir iç savaş söz konusu ise, son aşamaya ulaşılmış demektir, yani devletler çökmüştür. Ancak tarihte çok az devlet tamamen çökmüş ve varlığını sonlandırmıştır. Çoğu zaman devletler, dış güçlerin de yardımıyla iç çatışmayı bitirmekte ve zayıf devlet aşamasına geri dönerek varlıklarını sürdürmektedirler.

Çöküş sürecindeki devletleri zayıf devletlerden ayıran temel unsurun kendi toprak parçaları üzerindeki hakimiyetlerini kısmen ya da tamamen kaybetmeleri ve meşruiyetlerinin sorgulanması olmasıdır  (Karaçuka ve Çelik, 2017: 27).

Çökmüş devlet:  Bu durum, en son aşamadır. Artık devlet, fiilen bitmiştir ve gerçek anlamda çökmüştür. Devletin yerini, devlet dışı aktörlerin oluşturduğu yapılar almaktadır. Bu yapılar, baskı ve şiddet ile düzeni sağlarlar. Schneckener, burada şu iki husus arasında da bir ayırım yapılması gerektiğini belirtmektedir (2004:16). Bunlardan ilki, eski Sovyetler Birliğinde olduğu gibi devletlerin çatışmasız bir şekilde kendilerini fesh etme durumudur (Zartman, 1995).  Diğeri de devletlerin etnik ya da dini temelli iç savaşın çok yoğun olması sonucu bölünüp parçalanması ve yerini yeni küçük ya da suni devletlere bırakmasıdır. 

Bu açıklamalar ışığında tartışmaya fazla girmeden, Schneckener, 2004; Rotberg, 2003a, 2003b ve 2004; Migdal, 1988; Holsti, 1996; Tilly, 2011; Job, 1992; Buzar, 1991; Gökce, 2006, 2007, 2014, 2020a; Gökce, O. 2020 hareketle şayet bir devlet;

  1. kendi toprağı üzerinde şiddet araçları üzerindeki tekelini ve otoritesini kaybederek kendi topraklarını kontrol etme kabiliyetini yitirmiş ise;
  2. Thomas Mann’ın (1984) sınıflandırması temelinde altyapısal iktidar ve hizmet odaklı güç (temel kamu hizmetlerini sunacak kurumlara, ulaşım ve iletişim altyapısı) yerine, despotik güce dayanıyor ise;
  3. kendi halkının can ve mal güvenliğini sağlama, farklı toplumsal kesimler arası çatışmayı engelleme kapasitesine sahip değil ise;
  4. etkin bir hukuk sistemine ve mali sisteme sahip değil ise;
  5. devlet fikri oluşturamamış, yani toplumu oluşturan grupları (aşiret, kabile, tarikat vb.) ortak bir kimlik etrafında birleştirememiş, başka bir ifadeyle, bu toplumsal aktörlerde grupsal çıkar yerine toplumsal çıkar-iyi yönelimli düşünme ve davranma yetisinin geliştirilmesini sağlayamamış ise;
  6. Patrimonyal bir yönetim anlayışı yerine liyakata dayalı bir yönetim anlayışı oluşturamamış ise, bir başka ifadeyle, devlet ile vatandaş arasındaki ilişkiyi kişiselleştirmiş ise;
  7. Toplumun tüm kesimi için eşit ve nitelikli bir eğitim imkanı sağlayamamış ise;

bu devlet, başarısız devlet olarak nitelendirilmektedir.  Buna göre başarısız devletler, kısır bir döngü halini almış yapısal sorunlarla boğuşmakta, ulaşım ve iletişim alt yapı yetersizliği nedeniyle temel kamu hizmeti sunamamakta, şiddet tekelini[8] teritorial alanı kapsayacak şekilde uygulayamamakta ve böylece devlet dışı aktörleri kontrol etmekte zorlanmakta, çetelerle ve terörle mücadele edememektedir. Ayrıca içinde bulundukları derin ve yıkıcı bir çatışma ortamı ile etnik, dilsel ve/veya inanç temelli parçalanmanın hat safhaya ulaşması neticesinde bu devletlerin kendi vatandaşlarının gözünde meşruluğu tartışmalı hale gelmiştir. Meşruluğun ortadan kalkması ile birlikte toplumu oluşturan insanlar ya da gruplar devlet dışındaki diğer unsurlara; aşiretlere, kabileye, etnik ya da dini gruplara yönelmektedir. Bunun sonucunda, aile, aşiret, kabile, etnik ve dini grupları devletten daha güçlü otorite merkezleri haline gelmektedir. Bu da söz konusu devletin sosyoekonomik yapısını çeşitli kriz durumlarına karşı daha da kırılgan hale getirmektedir (Hippler, 2006; Rotberg, 2003a ve 2004; Helman ve Ratner, 1992; Migdal, 1988; Job, 1992; Zartman, 1995; Schneckener, 2004; Gökce, 2007, 2016).

Devletlerin meşruiyetlerinin sağlanması ve korunması, devletlerin siyasi, iktisadi, hukuki ve toplumsal alanlardaki temel bazı görevlerini yerine getirmelerine bağlı olduğu belirtilmektedir. Bunlar (Holsti, 1996; Rotberg, 2004; Fukuyama, 2005; Tilly, 1992; Schneckener, 2004; Lambach, 2009, 2015):

 <> birleştirici ve bütünleştirici bir kimliğin inşası;

<> vatandaşlarının can ve mal güvenliğinin sağlanması;

<> hukukun üstünlüğünün tesis edilmesi;

<> tatmin edici düzeylerde sağlık, eğitim, ulaşım ve iletişim altyapı gibi hizmetlerin tesisi;

<> şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkelerinin tamamen hayata geçirilmesi vb. varoluşsal görevlerdir.

 

Devletleri işlevsellikleri temelinde bu şekilde kategorileştirdikten sonra şimdi de başarısız devletselliğe ya da devlet çöküşüne yol açan ve devleti yönetilmez konuma sokan faktörlere değinilmeye çalışılmaktadır.

 

  1. Devletin Başarısızlığına ve Çöküşüne Neden Olan Faktörler

 

Devletlerin başarısızlığına ve çöküşüne yol açan birçok faktörün farklı şekillerde etkili olduğunu belirten Schneckener (2004), faktörlerin etkisini belirleme ve ölçme aşamasında nicel ve nitel olmak üzere iki yöntemin bulunduğuna işaret etmektedir. Nicel yönteme örnek olarak State Failure Task Force projesi göstermektedir (2004:17).  Bu projede uzun yıllardır 127 veri temelinde küresel alanda devlet çöküşleri incelenmekte ve bunun sonucunda şu faktörlerin devletin çöküş sürecinde öncelikle rol oynadığı belirtilmektedir. Bunlar (1999: 72):  vatandaşların sosyal ve ekonomik yaşam koşulları (çocuk ölümleri oranının yüksekliği vs.), hükümet şeklinin biçimlendirilişi (demokratikleşme çabalarının yetersizliği vs.), uluslararası sisteme ekonomik ve siyasal entegrasyonun olmayışı, sınır komşusu devletlerde iç savaş ve çatışmalar yaşanması vs.

Bu proje kapsamında uygulanan yöntemin başarısız devletselliği açıklamak için çok uygun olmadığını belirten Schneckener (2004), bu amaç doğrultusunda en uygun yöntemin, birçok faktörü ilişkilendirmeye, bunlar arasında etkili olanları diğerlerinden ayırmaya imkan tanıyan nitel yöntem olduğuna işaret etmektedir. Bu çerçevede Schneckener, devletin başarısızlık veya çöküş sürecini açıklamada faktörleri bir yandan “süreçsel” ve diğer yanda da “boyutsal faktörler” olmak üzere iki ana kategoriye ayırmakta; bu faktörleri de kendi içerisinde sınıflandırmaktadır. Buna göre süreçsel faktörler, “yapısal, süreçsel ve harekete geçirici/tetikleyici” olmak üzere üç gruba ve boyutsal faktörler de “uluslar arası/bölgesel, ulusal ve yerel” olmak üzere üç gruba ayırmaktadır (2004:18). Bunlar:

  1. Yapısal faktörler ("root causes" ya da "background factors"): Bu tip faktörler, bir ülkenin doğal yapısı ve zenginlikleri (yer altı kaynakları, petrol, maden vb.) ile o ülkeye özgü uzun süredir hakim olan ve pek değişmeyen siyasi, kültürel ve sosyo­ekonomik yapısal özelliklerinden (devlet algısı ve yönetim geleneği, toplumun etnik yapısı, demografik gelişme, uluslararası güçlerin etkisi vb.) oluşan faktörlerdir.

 

  1. Süreçsel faktörler ("aggravating factors" ya da "accelerators"): Bu tip faktörler belirli bir zaman dilimi içerisinde (5 - 10 yıl gibi) devletin başarısızlık ya da çöküş sürecini başlatan ve hızlandıran faktörlerdir. Yapısal faktörlere kıyasla bu tip faktörler dinamik bir niteliğe sahiptir ve burada vurgu yapıdan aktörlere (siyasi ve yönetici elitler) kaymaktadır. Burada önemli ve belirleyici olan, siyasi elitlerin ülke sorunları karşısında ortaya koydukları tutum ve davranışlarıdır. Bu elitlerin sosyal huzursuzluk, can ve mal güvenliği, etnik-kültürel farklılıkların siyasallaşması, yolsuzluk, ekonomik kriz, komşu ülkelerdeki iç savaş ya da iç çatışmalar,  gibi sorunların ve konuların çözümünde başarılı bir yönetim ve anlayış sergileyememeleri devletin başarısızlığı ve çöküşünde etkili olmaktadır. 

 

 

  1. Harekete geçirici/tetikleyici faktörler  ("triggering factors" ya  da triggering evets"): Bu tip faktörler, kısa bir süre içerisinde devletin başarısızlığına veya çöküşüne yol açan olaylardır. Bu tip olaylar uzun süreli gelişmelerin sonucu olabilirler, ancak kendine özgü, itici ve hızlandırıcı bir etki dinamiği geliştirirler. Bu tip faktörler grubuna askeri müdahaleler, darbeler ya da devrimler, açlık, mülteci akımları, sosyal ayaklanmalar, muhalefet grupları üzerinde siyasi baskı ve buna benzer olaylar girmektedir.

 

  1. Uluslar arası/Bölgesel boyut: Burada bir devletin uluslar arası ve bölgesel güçlerle ilişkileri söz konusu olmaktadır. Bir devletin varlığı ve geleceği bu ülkelerle ilişkilerinden etkilenmektedir.
  2.  
  3. Ulusal boyut: Burada devlet ile toplum arasındaki ilişki söz konusu olmaktadır. Bu çerçevede siyasi elitlerin tutum ve davranışları ön plandadır.
  4.  
  5. Yerel boyut: Burada devlet ile yerel güçler (yerel yönetimler ya da yerel etnik ve dini gruplar) arasındaki ilişki söz konusu olmaktadır.
  6.  

Schneckener (2004) bu süreçsel ve boyutsal faktörleri birleştirerek devletin başarısızlığına ve çöküşüne yol açan faktörleri belirlemek amacıyla dikey ve yatay boyutta üçer alandan oluşan tablo halinde bir model geliştirmektedir[9]. Bu gruplar içerisinde yer alan hangi faktörlerin hangi ölçüde devletin başarısızlığını ve çöküşünü hızlandırdığına ilişkin olarak ise, süreçsel faktörler ile ulusal boyut kapsamında yer alan unsurların daha etkili olduğunu belirtmektedir (2004:20).

Açıklamalardan bir devletin başarısızlığının en önemli nedenleri arasında, komşu ülkelerde devletlerin çöküş sürecinde olmalarına bağlı olarak aşırı sığınmacı akını bir karşı karşıya olma, patrimonyal yönetim anlayışın, istikrarsız bir ekonominin hakim olması, devlet mekanizmalarına olan güvende azalma, siyasi aktörler arasında kutuplaşma ve toplumda kutuplaşma ve çatışmanın artması gibi unsurlar sayılabilir.

Komşu ülkelerde her ne sebepten olursa olsun devletlerin çökmesi, diğer komşu devletler için büyük risk teşkil etmektedir. Komşu devlette yaşanan iç savaş ya da çatışma, komşu devletin ticaretini ve ekonomisini olumsuz etkilemekte,  kitlesel göç/sığınmacı sorunu ile karşı karşıya kalmasına yol açmakta, sermayenin kaçmasına neden olmaktadır. Bunun sonucu, bir devletin siyasi istikrarı erozyona uğramakta, ekonomik ve sosyal yapısı bozulmakta ve devlet çöküş sürecine girmektedir.

Başarısız devletler toplumda hem kamu hizmetinin sunumunda hem de her türlü kamu kaynaklarına erişimde tarafsız, adil, eşit ve şeffaf bir yönetim anlayışını kurumsallaştırmakta yetersiz kalmaktadırlar. Böyle ortamlarda toplumlarda kamu hizmetlerine ve kaynaklarına erişemeyen bireyler ve gruplar, kendilerinin bilinçli olarak dezavantajlı durumua düşürüldüklerini düşünerek devlet mekanizmaları ya da siyasi iktidar tarafından bizzat sübvasyonlarla, ihalelerle, istihdam imkanlarıyla avantajlı durumua getirildiğini düşündükleri bireylere ve gruplara karşı düşmanca tavırlar geliştirmektedirler. Bunun bir sonucu olarak devlete güven azalmakta ve toplum kutuplaşmaktadır. Devlete güvenleri azalan dezavantajlı gruplar, iş yaptırabilmek, kamu kaynaklarına ulaşabilmek için devlet dışındaki dini, etnik, kültürel gruplara, yapılanmalara yönelmekte ve böylece de devlet hızla çöküş sürecine girmektedir (Kasfir 2004: 57; Gökce, O. 2020). Bir başka husus da, kamu yömetimi alanında ilişkiler liyakata değil sadakate dayandığından, başka bir ifadeyle neopotizm etkin ve yönlendirici olduğundan devlet ile toplum (siyasi iktidar taraftarları dışındaki kesim) arasındaki bağ zayıftır ve kurumlar arasında da tutarlılık yok denecek kadar azdır. Böyle durumlarda kurumlar, toplumsal sorunları algılama ve çözüm üretme yerine kendi konumlarını koruma peşindedir. Bu durum devletin koordinasyon ve kontrol gücünü de olumsuz etkilemektedir. Dolayısıyla da boşluklar oluşmaktadır. Oluşan bu boşlukları dini, etnik, kültürel yapılar doldurmaya başlarlar. Ayrıca böyle ortamlarda mafya vari yapılanmalar oluşmakta ve yaygınlaşmaktadır (Rotberg, 2003b:7). Dini, etnik, siyasi, kültürel gruplar seçkinleri tarafından siyasi amaçlı araçsallaştırıldığı için kutuplaşmalar, bölünmeler oluşmakta ve bu da çoğu zaman çatışmaları ve devletlerin çöküşlerini beraberinde getirmektedir (Seidl, 2007:38). Aynı şekilde feodal ya da imparatorluk mirası da, yeni bir devlet fikrinin oluşumunu, kurumsallaşmasını, milli kimlik ekseninde yeni bir toplum inşasını olumsuz yönde etkilemektedir (Englebert, 1997; Buzan, 1991; Lambach ve Bethke, 2012). Toplam nüfus içerisinde genç nüfus oranının yüksek olması ve aşırı nüfus yoğunluğu da iç huzursuzluğu ve böylece bir devletin zayıflaması arttırıcı bir etki görmektedir (Goldstone et al., 2000).  Göz ardı edilmemesi gereken bir husus da, patrimoyal sistemde zaten kıt olan siyasi ve ekonomik kaynakların daha da kıtlaşması ve bu nedenle kendi yandaşlarına dağıtımın yapılmasının zorlaşması, daha önce sorunsuz kaynaktan paylarını alan bu grupların kendi aralarında rekabet ve çatışmalarına yol açacaktır (Kasfir, 2004: 63).

Genelde patrimonyal yönetim anlayışının, devlet kurumlarının içini boşalttığı ve devletsellik üzerinde yıkıcı bir etki yarattığı tezi üzerinde bir uzlaşı mevcuttur (bkz. Rotberg, 2004; Schneckener, 2004). Bu tür yönetimlerin bilinçli olarak kurumları erozyona uğrattıkları da bazı yazılarda savunulan görüşler arasındadır (Howard, 2008; Kraxberger, 2007). Dolayısıyla iktidar sahiplerinin ve/veya siyasi elitlerin kayırmacı bir tutum ve davranış içinde olmaları devletlerin zayıflama ve çöküş süreçlerinde etkin rol oynamaktadır (Schneckener, 2004:18). Bu bağlamda başarısız devletin aslında bireysel, kişiselleşmiş ve kurumsallaşamamış iktidarın bir sonucu olduğu ya da başka bir ifadeyle başarısız devletin büyük ölçüde patrimonyal bir yönetim anlayışının sonucu olarak ortaya çıktığı söylenebilir. 

Bir devletin meşru şiddet kullanma tekeline haiz olması, zaman zaman o devletin güçlü/konsolide devlet olduğunun göstergesi olarak kullanılmaktadır. Ancak bir devletin “güçlü” devletsellik düzeyini tek başına bu faktörle belirlemek mümkün değildir. Bir devletin güçlüğü, şiddet tekelinin yanı sıra Hippler’in, Asseburg’dan (2002) hareketle belirttiği üzere, nüfuz, kimlik, meşruiyet, katılım, dağıtım gibi asli unsurlar aracılığıyla belirlenmektedir (2005:172). Bu açıdan şiddet tekeli tek başına bir devletin güçlü/konsolide devlet olarak gösterilmesi için yeterli değildir. Zira bir devletin asli görevi, sosyal ilişkileri düzenlemek ve dış düşmanla ilgilenmekten önce kamu düzenini sağlamaktır (Fukuyama, 2005:21). Bunun yanı sıra bir devletin öncelikli görevleri arasında da toplumun tüm kesimine ücretsiz ve nitelikli eğitim vermek, bireylerin yaşamlarını sağlık ve emeklilik sigortası ile güvence altına almak, adalet dağıtan bir yargı hizmeti sunmak ve adil bir gelir dağılımını kurumsallaştırmak gibi hizmetler yer alamkatdaır. Ayrıca kamu hizmeti amacıyla toplanan vergilerin nereye nasıl harcandığı, ihalalelerin nasıl verildiği, atamaların nasıl yapıldığı noktasında şeffaflık bir devletten beklenen öncelikli görevler arasındadır. Bu görevleri yerine getirmeyen devlete güven azalmakta ve devletin meşruiyeti zayıflamaktadır. Ayrıca seçilmiş hükümetlerin seçim vaatlerini yerine getirmemeleri, seçilmiş hükümete güven ve desteğin azalmasına ve bu da uzun vadede de demokratik rejime olan inancın erozyona uğramasına yol açmaktadır. Bu tür gelişmeler, başarısız devletlerde demokrasinin gelişmesinin ve yerleşmesinin önünde bir engeldir.  Ayrıca sıklıkla başvurulan ama sonuçsuz kalan demokratikleşme girişimleri de yıkıcı sonuçler doğuracağından çok tehlikelidir. Bu nedenle bazen hiç olmaması olmasından daha hayırlıdır, çünkü ilki daima şiddet potansiyelini bünyesinde barındırmaktadır (Wildenauer, 2006: 130).

Holsti’ye göre bir devletin kaderi, temel olarak halkın devletin meşruluğuna olan inancı ile yakından ilişkilidir. Bu çerçevede Holsti açısından devletin gücüyle ilgili olarak kritik boyut, bir fikir ya da his olan meşruiyettir (1996:82). Meşruiyet ise, vatandaşların devlete karşı olan davranışlarının ölçüsüdür. Başka bir deyişle, meşruiyet, devletin haklılığına duyulan tam ve kesin inanç anlamında kullanılmaktadır (Holsti, 1996:84). Holsti, meşruiyetten yoksun olan ve iktidarın kişiselleştiği bir devletin, başarısız devlet olmasının kaçınılmaz olduğunu belirtmektedir. Zira bu devlette etkin bir otorite mevcut değildir ve etnik ve dini grup ya da topluluklara ayrılmış bir toplum söz konusudur. Holsti’nin “yatay” ve “dikey meşruiyet” ayırımı, çökme sürecine girmiş devletlerin durumunu açıklamak için çok daha yararlı gibi görünmektedir.

GENEL BİR DEĞERLENDİRME

Başarısız devletsellik, devletin güvenlik, eğitim, sağlık, adâlet gibi temel kamu hizmetleri sunumunda acziyet içine düşmesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Devletin devletliliğini belirleyen hizmetler en iyi şekilde planlanmış olabilir, ama bu hizmetleri sunan personel bu konuda yeterli ya da istekli değilse, hizmetin kalitesi düşük olacaktır. Bu da toplumun devletle olan ilişkisine olumsuz yansıyacaktır. Çünkü toplumun devlet algısı büyük ölçüde devlet kapasitesinin bir boyutu olan idari kapasitesi üzerinden biçimlenmektedir. Devletin idari kapasitesi ise, insan kaynaklarının ve kamu hizmetinin kalitesinin bir fonksiyonudur.

Ülkemiz açısından değerlendirirsek; son yıllarda yapılan yapısal düzenlemeler sonucunda birçok alanda kamu hizmeti kalitesinin (sağlık, iletişim, ulaşım, nüfus, maliye, sosyal sigorta ve emeklilik sistemi) çok ileri düzeyde olmasa da önemli ölçüde arttığı gözlemlenmektedir. Buna karşılık hukukun üstünlüğü konusunda Türkiye’nin çok iyi bir performans sergilemediği de bir gerçektir. Ayrıca yönetimin neopatrimonyal bir sisteme evrilemeye başlaması ve bu çerçevede nepotizmin giderek belirleyici hale gelmesi, devlete güveni olumsuz etkilediği gibi devletin devletlilik düzeyini de aşağı çekmektedir. Devletin diğer alanlara kıyasla güvenlik alanında kapasitesi yüksektir. Ancak yukarıda da ifade edildiği gibi, bu alandaki işlevin yeterli olması devleti güçlü kılmak için kafi değildir. Bu nedenle kamu yönetimi alanında mutlaka ama mutlaka liyakat sistemi hakim kılınmalıdır. Devletin devletlilik düzeyini olumlu yönde değiştirmek için bu en temel koşuldur.

Kamu hizmetine erişim noktasında bir değerlenirme yaparsak; kamu hizmetine erişim son yıllarda giderek yukarı doğru bir ivme sergilemektedir. Ancak bu sosyal yaşamın tüm alanları için geçerli değildir. Örneğin eğitim hizmeti kitleselleştirilmiştir; bu modern devletin asli görevlerinden de biridir. Ancak toplumun tüm kesimlerinin nitelikli bir eğitim alma imkanı olduğunu söylemek mümkün değildir. Aynı durum kamu alanında ististihdam imkanlarından faydalanma için de geçerlidir. Toplumda eşitlik sağlayan mekanizmalar dolanılmaktadır. Toplumun belirli kesimi avantajlı grup statüsünde değerlendirilerek giriş koşulları hafifletilirken, toplumun diğer kesimine ise bu imkanlar sağlanmamaktadır. Başka bir ifadeyle, kamuya girişte eşitlik ve şefafflık ilkeleri pek geçerli değildir.  Bu da toplumda kutuplaşmaya yol açmakta ve devlete güveni erozyona uğratmaktadır.

Vatandaşın hizmet üretim ve sunum sürecine dâhil edilmesi, şikâyetlerinin ciddiye alınarak yansıtılması konusunda henüz tam tatmin edici olmasa da ciddi adımlar atılmıştır. Fiziki koşullar açısından değerlendirildiğinde, hizmet binaları ulaşım açısından sıkıntılıdır. Çoğu hizmet binalarının park yerleri yoktur; yaşlı ve dezavantajlı grupların kolay ulaşımına elverişli değildir. Buna karşılık hizmet binalarında rehberlik ve danışmanlık hizmetleri sunulmaktadır; randevu sistemi uygulanmaktadır; birçok hizmet e-devlet üzerinden de yürütülmeye başlamıştır (TİAV, 2013). Covid-19 salgın süreci de birçok hizmetin de e hizmet olarak sunulmasını sağlamış ve gelecekte de bu hizmetlerin internet üzerinden erişiminin altyapısını oluşturmuştur. Bunlar hizmete ulaşımı kolaylaştıran ve devletin kapasitesini artıran unsurlardır.

Tartışmalarda başarısız devletin mutlaka çöken devlete evrileceği gibi bir anlayış vardır. Oysa her iki aşamayı birbirinden ayırt etmek gerekir. Başarısız devletlerde yaşam güllük gülistanlık değildir, ama herkesin herkesle savaş halinde bulunduğu bir ortam da söz konusu değildir. Başarısız devletsellik, devletin bazı alanlarda işlevlerini yeterli düzeyde yerine getirmemesini, ama meşruiyetini sürdürmesini ifade etmektedir. Dolayısıyla birçok başarısız devlet, konumunu düzelterek bir üst kategoriye geçmiş ya da en azından konumunu korumuştur. Buna karşılık başarısızlığa yol açan faktörler ile etkin mücadele edemeyen ya da mücadeleyi öteleyen ve bu süreçte devletin kapasitesini artırıcı önlem alamayan devletler, yönetemezlik düzeyine ulaşacaklar ve bunun sonucunda da zayıflayarak çökme sürecine gireceklerdir.

Türkiye’nin yeni dünya düzeninin merkezi ve kalbi konumunda olan bu coğrafyada varlığını sürdürebilmesi için kendisine yönelen dış ve iç tehditleri zamanında algılaması, doğru okuması ve proaktif güvenlik önlemlerinı devreye sokabilmesi için her alanda devlet kapasitesini artırması gerekmektedir. Devlet kapasitesi düşük olan devletlerin küresel dünyada diğer devletlerle rekabet etmesi mümkün olmadığı gibi toplumun taleplerini etkin bir şekilde karşılaması da mümkün değildir. Devlet başarısızlığı, devlet-toplum ayrışmasında, toplumun bölünüp parçalanmasında, iç ve dış tehditlerin artmasında, terörün artmasına elverişli bir zemin oluşturmaktadır. Bu nedenle, politika yapıcıların devlet başarısızlığı olgusuyla ekonomik, siyasi ve sosyal açıdan mücadele etmeleri, etkin politika ve stratejiler devreye sokmaları gerekmektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin kapasitesi yüksek bir güvenlik, kamu yönetimi, ekonomi (maliye, finans) sistemi ve bağımsız bir hukuk düzeni inşa etmesi gerekir. Gecikmelerin toplumda güven bunalımına, memnuniyetsizliklere yol açma potansiyeli çok yüksek gözükmektedir.

 

KAYNAKÇA

Alkan, Haluk (2020). “COVID-19 Sonrasında Yönetsel Kapasite: Demokrasi Bağlamında Devletlerin Geleceği”. Küresel Salgının Anatomisi, İnsan ve Toplumun Geleceği. Ed. M. Şeker vd., Ankara: TÜBA.

Bates, Robert H. et al., (2003). Political Instability Task Force Report: Phase IV Findings, McLean: Science Applications International Corporation.

Büttner, Annette (2004),  Staatszerfall als neues Phänomen der internationalen Politik. Theoretische Kategorisierung und empirische Überprüfung, Marburg.

Buzan, Barry (1991), People, States, and Fear: An Agenda for International Security Studies in the Post-Cold War Era, 2. Basım, Bouldner: Lynne Reinner.

Englehart, Neil A. (2007) “Governments Against States: The Logic of Self Destructive Despotism”,  International Political Science Review, 28 (2), pp. 133-153.

Englehart, Neil A. (2009), “State Capacity, State Failure, and Human Rights”, Journal of Peace Research, 46 (2), pp. 163-180.

Englehart, Neil A./Simon, Marc V. (2009), “Failing States and Failing Regimes: The Prediction and Simulation of State Failure”, H. Starr (ed.), Dealing with Failed States: Crossing Analytic Boundaries, London: Routledge, pp. 108-127.

Erdmann, Gero (2003), “Apokalyptische Trias: Staatsversagen, Staatsverfall und Staatszerfall - strukturelle Probleme der Demokratie in Afrika”, P. Bendel/A. Croissant/F. W. Rüb (eds.): Demokratie und Staatlichkeit: Systemwechsel zwischen Staatsreform und Staatskollaps, Opladen: Leske + Budrich, pp. 267-292.

Fukuyama, Francis (2005). Devlet İnşası. 21. Yüzyılda Dünya Düzeni ve Yönetişim, Çev. D. Çetinkasap, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Fukuyama, Francis (2018). Siyasi Düzen ve Siyasi Çürüme, Sanayi Devrimin’den Demokrasinin Küreselleşmesine, Ç. M. M. Özeren, İstanbul: Profilkitap.

Goldstone, Jack A., Ted Robert Gurr, Barbara Harff, Marc A. Levy, Monty G. Marshall, Robert H. Bates, David L. Epstein, Colin H. Kahl, Pamela T. Surko, John C. Ulfelder, Jr., and Alan N. Unger, in consultation with Matthew Christenson, Geoffrey D. Dabelko, Daniel C. Esty, and Thomas M. Parris (2000). State Failure Task Force Report: Phase III Findings. McLean, VA: Science Applications International Corporation. Goldstone, Jack A. et al. 2005: A Global Forecasting Model of Political Instability. Papier vorgetragen beim Annual Meeting der American Political Science Association, Washington D.C., 1.-5. September 2005. 

Gökce, Gülise (2007). Güçlü ve Zayıf Devlet Tartışmaları Bağlamında Türkiye, Konya, Çizgi Kitabevi.

Gökce, Gülise (2006a). “Devlet Sınıflandırmaları ve Zayıf Devletlerin Karakteristik Özellikleri”, Selçuk Üniversitesi İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, S. 11, Y. 6 (2006), pp. 343- 359.

Gökce, Gülise (2006b). “Devleti Yeniden Keşfetmek: Devlet Gücünün Göstergesi Olarak İdari Kapasite”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, C. 8, S. 3 (2006), pp.203-230.

Gökce,  Gülise ve Gökce, Orhan (2012). “Suriye Sorunu: ‘Başarısız veya Çöken Devlet’ Modeli Türkiye İçin Suriye Politikasında Uluslararası Kamuoyunu Harekete Geçirmenin Bir Aracı Olabilir mi?”, Selçuk Üniversitesi İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, Sayı 23 (2012), pp. 179 – 200.

Gökce, Gülise (2016). “Critical Analysis Of Failed State Concept”, The 2nd. International Conference on the Changing World and Social Research (ICWSR’2016) Conference Proceeding Book, Barcelona, Spain.

Gökce, Gülise ve Gökce, Orhan (2017). “Başarısız Devlet Konsepti ve Yönetebilirlik Sorunu: Ortadoğu’da Devletlerin Başarsızlığı ve Türkiye’ye Etkileri”, Türk İdare Dergisi, Yıl: 89, Sayı 484 (2017), pp. 155-175.

Gökce, Gülise (2017). “Phenomenon of Failed State and Refugee/Immigration Problem: Analysis on Syria Example”, Inquiry 3/1/2017, s. 9-18.

Gökce, Gülise (2019). “Good Governance and FragileState: PossibleFunction of GoodGovernanace in Reconstruction of State”, Sixt International MediterraneanSocialSciencesConress Milan, Italy, Semptember 3-5, 2019 (MECAS VI), CongressProceedings Series 2019, s. 189-198.

Gökce, Gülise (2020a). “Toplumsal Birlikteliğin İnşasında ve Sürdürülmesinde Güvenin Rolü”. O. Gökce (ed.), Birlikte Yaşama Pratiği, Toplumsal Birlikteliğimizin Temel Taşları Sorunlar ve Öneriler, Konya: Çizgi, s. 107-158.

Gökce, Gülise (2020b). “Başarısız Devletlerde Devlet ve Toplum/Millet İnşası Sorunu”, T. Erdem (Ed.). Milliyetçilik. Antalya; Ototrite, s. 68-82.

Gökce Gülise ve Gökce O. (2015). “Devlet Kapasitesi: Kavramın  Kuramsal Çerçevesi, Bileşenleri ve Türkiye’nin Görünümü”, Gazi Üniversitesi İİBF Dergisi, C. 17,  S. 2, s. 1-34

Gökce, Orhan (2020). “Türk Toplumunda Sosyal Uyum: Mevcut Durum ve Sorunların Tespitine Yönelik Bir Araştırma”. O. Gökce (ed.), Birlikte Yaşama Pratiği, Toplumsal Birlikteliğimizin Temel Taşları Sorunlar ve Öneriler, Konya: Çizgi, s. 19-106.

Gökce, Orhan (2021).21. Yüzyılda Türkiye’nin Karşı Karşıya Olduğu Tehditler – Bir Analiz Denemesi”, Küreselden Yerel Güvenlik, İdarecinin Sesi Dergisi 201.sayı Mayıs/Haziran 2021, ss. 16-31.

Helman, Gerald B./Ratner, Steven B. (1992),. “Saving Failed States”, Foreign Policy, 1992 (89), pp. 3-20.

Holsti, Kalevi J. (1996). The State, War and the State of War, Cambridge University Press (Cambridge Studies in International Relations, 51), Cambridge/New York/Melbourne.

Howard, Tiffany O. (2008), “Revisiting State Failure: Developing a Causal Model of State Failure Based upon Theoretical Insight”, Civil Wars 10, No. 2 (2008), ss. 125-146.

Jellinek, Georg (1929), Allgemeine Staatslehre. (Orjinali için bkz. https://archive.org/details/allgemeinestaat00jellgoog.

Job, Brain L. (ed.), (1992), The Insecurity Dilemma: National Security in the Third World States, Bouldner: L. Reinner Publishers.

Karaçuka, Mehmet ve Çelik, Necmettin (2017). “Kırılgan-Başarısız Devlet Olgusu ve Terörizm İlişkisi”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 19/1 (2017), ss. 20-41

Kasfir, Nelson (2004). “Domestic Anarchy, Security Dilemmas, and Violent Predation. Causes of Failure”. Rotberg, Robert I. (Hg.) (2004): When States Fail. Causes and Consequences. S. 53-76

Kaygusuz, Özlem (2014). “Devlet İnşası ve Küresel Güneyde Güvenlik: Güçlü Devlet Arayışının Kuramsal ve Siyasal Açmazları”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 10, S. 39, ss.27-61.

Koçak, Konur Alp (2014). “Türkiye Ne Kadar Kırılgan?”, 2023 Dergisi 160 (2014), ss. 59-64

Kraxberger, Brennan M. (2007), “Failed States: Temporary Obstacles to Democratic Diffusion or Fumdamental Holes in the World Political Map?”, Third World Quarterly, Vol. 28, N. 6 (2007), ss.1055-1071.

Lambach, Daniel and Bethke, Felix (2012). Ursachen von Staatskollaps und fragiler Staatlichkeit, Eine Übersicht über den Forschungsstand, INEF-Report, 106/2012, Universitaet Duisburg-Esen.

Lambach, Daniel (2009). “Warum kollabieren Staaten?”, M. Bussmann/A. Hasenclever/G. Schneider (eds.): Identität, Institutionen und Ökonomie: Ursachen innenpolitischer Gewalt, Sonderheft der Politischen Vierteljahresschrift, 43/2009, Wiesbaden: VS, pp. 235-257.

Lambach, Daniel (2015). “Fragile Staaten in der Vergleichenden Politikwissenschaft”, Handbuch Vergleichende Politikwissenschaft, pp. 1-10.

Mann, Michael (1984). The autonomous power of the state. Oxford, UK: Blackwell.

Mann, Michael (2011). Devletler, Savaş ve Kapaitalizm, Politik Sosyoloji İncelemeleri, Çev. Semih Türkoğlu, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

Mann, Michael (2012a). İktidarın Tarihi, Başlangıcından MS 1760’a kadar Toplumsal İktidarın Kaynakları, Çev. Esin Saraçoğku-Soner Torlak-Emre Kolay-Olcay Sevimli, Ankara: Phoenix Yayınevi.

Mann, Michael (2012b). İktidarın Tarihi, Sınıflar ve Ulus Devletlerin Yükselişi, 1760-1914, Çev. Ali R. Güngen - Gülben Şaş-Elçin D. Ela-Hüseyin A. Sözen, Ankara: Phoenix Yayınevi.

Migdal, Joel S. (1988).  Strong Societies and Weak States: State-Society Relations and State Capabilities in the Third World, Princeton.

Migdal, Joel S. (2001). State in society: studying how states and societies transform and constitute one another. Cambridge, UK: Cambridge University Press.

Miliken, Jennifer – Karuse, Keith (2002). “State Failure, State Collaps, and State Reconstruction: Concepts, Lessons and Strategies”, Development and Change, Vol. 33 (5), ss.753-774.

Özalp, Osman N. (2014). “Uluslararası İlişkilerde Başarısız Devletler Sorunsalı ve Bu Sorunsalın Uluslararası Hukuka Etkileri”, İUHFM C. LXXII, S. 1,  ss. 349-362

Rotberg, Robert I. (ed.) (2004). When States Fail: Causes and Consequences. Princeton: Princeton University Press, pp. 1-45.

Rotberg, Robert I. (ed.) (2003a). State Failure and State Weakness in a Time of Terror, Washington, DC: Brookings Institution Press.

Rotberg, RoberT I. (2003b). Nation-State Failure: A Recurring Phenomenon? Central Intelligence

Agency Discussion Paper.

Schneckener, Ulrich (2003). “Staatszerfall als Bedrohung-Fragile Staaten und transnationaler Terrosimus”, Internationale Politik, H. 11, pp. 11-19.

Schneckener, Ulrich (2004a), State at Risk. Fragile Staaten als Sicherheits- und Entwicklungsproblem, SWP-Studie 43, Berlin.

Schneckener, Ulrich (2004b). Transnationale Terroristen als Profiteure fragiler Staatlichkeit. Berlin: SWP-Studien.

Schneckener, Ulrich (2005). “ Staatlichkeit als Globales Sciherheitsrisiko”, APuZ, Nr. 28-29, pp. 26-31.

Schneckener, Ulrich (2006). “States at Risk, Zur Analyse fragiler Staatlichkeit”, Schneckener, U. (Hrsg.), Fragile Staatlichkeit “Staat at Risk”, Zwischen Stabilitaet und Scheitern, Baden-Baden, pp. 9-40.

Seidl, Bernhard (2007). “Failing States, Der Kollaps staatlicher Institutionen und sozialer Regelsysteme”,  Strassener, Alexander and Klein, Margrete (Hrsg.), Wenn Staaten scheiten, Weisbaden, pp. 31-50.

TİAV (2013), Toplumda İçişleri Bakanlığı ve Mülki İdare Amirleri Algısı, Rapor I: Vatandaş Algısı, Yayına Hazırlayan, Orhan Gökce, Türk İdare Araştırmaları Vakfı Yayınları, Ankara.

Tetzlaff, Rainer (2002), “Die Staaten Afrikas zwischen demokratischer Konsolidierung und Staatszerfall”, Aus Politik und Zeitgeschichte, 13-14/2002.

Tilly, Charles (1985), “War making and state making as organized crime”, P. B. Evans, D. Rueschemeyer and T. Skocpol (Eds.), Bringing the state back in (ss. 169-191). Cambridge, UK: Cambridge University Press.

Tilly, Charles (1992). Coercion, capital, and European states, AD 990-1992. Oxford, UK: Blackwell.

 Tılly, Charles (2003). The Politics of Collective Violence. Cambridge: Cambridge University Press.

Van de Walle, Nicolas (2004). “The Economic Correlates of State Failure: Taxes, Foreign Aid, and Policies”, R. I. Rotberg (ed.): When States Fail: Causes and Consequences, Princeton: Princeton University Press, pp. 94-115.

Wallerstein, Immanuel (1979). The Capitalist World Economy. Cambridge.

Weber, Max (2012). Ekonomi Ve Toplum (2 Cilt). İstanbul: Yarın yayınları.

Wildenauer, Fabian (2006). Staatsbildung, Souveränität, Staatszerfall: schwache Staaten in den aktuellen internationalen Beziehungen im Lichte europäischer Staatsbildungsprozesse. University of Zurich (Doktora tezi).

Zartman, I. William (Ed.) (1995). Collapsed States: The Disintegration and Restoration of Legitimate Authority. Boulder: Lynne Rienner.