YAHUDİ MİLLİYETÇİLİĞİ OLARAK SİYONİZMİN SOSYOLOJİSİ
Tevfik Erdem[1] Fatma Betül Arslan Keskin[2]
ÖZ
Bu çalışmanın amacı; Yahudi milliyetçiliğinin bir alt türü olan siyonizmin doğuşunun özel şartlarını ortaya koymak, Yahudilerin modernleşme ile başlayan süreçte karar vermek zorunda kaldıkları seçeneklere karşı verdikleri tepkileri ve hangi gerekçelerle ne tür düşünceler ortaya koyduklarını ele almaktır. Modernleşme süreci Yahudilerin ekonomik, siyasi ve sosyo-kültürel haklara sahip olmasını mümkün hale getirmiştir. Bu hak kazanma süreci Yahudi aydınlanması (Haskalah) ile sonuçlandığında Yahudiler öncelikle içinde yaşadıkları ülke ve topluma uyum sağlamış yani modernleşmenin de ruhuna sadık kalarak daha seküler bir tavır sergilemişlerdir. İkinci olarak, modernliğe uyum sağlamak için Yahudi dininin temel ilkelerini yeniden yorumlama ve uyumcu (asimilasyonist) bir politika geliştirmişlerdir. Hem özgürleşme hem de uyum (asmilasyon) politikalarının başarısızlığı yeni bir ideoloji ve seçenek olarak siyonizmi ortaya çıkarmıştır. Bu ideoloji; Yahudiliği tamamen ortadan kaldıracak modern gelişmelere tepki olarak dinlerine daha sıkı sarılma ve rahat nefes alabilmelerini mümkün kılacak tek seçeneğin sadece kendilerine ait sözde “vaat edilmiş” topraklarda bir Yahudi Devletinin (İsrail’in) kurulması gerektiği fikri üzerine inşa edilmiştir. Bu incelemede doğrudan dini bir içeriğe sahipmiş gibi görünen siyonizmin ortaya çıktığı dönemin ruhundan etkilenerek ve o ruha uyarak seküler bir form alarak ortaya çıktığı gösterilecektir. Siyonizm ve seküler Yahudi milliyetçiliği, milliyetçilik teorileri açısından, sadece tek bir teori ile izah edilemeyecek görünüme sahiptir. Çünkü onu bir yandan 19. yüzyılda ortaya çıkan modernist milliyetçiliklerle açıklamak mümkün iken diğer yandan binlerce yıldır hiç değişmeyen topluluk ruhu ile yani özcü (primordialist) teori ile açıklamak mümkündür. Böylece siyonizmin anlaşılması için kökleri kadim tarihi geleneklere, dini metinlere, mit ve söylemlere dayanan etnosembolcü teori de işin içine girmektedir.
Anahtar kelimeler: Siyonizm, Yahudi milliyetçiliği, Yahudi aydınlanması (Haskalah), Özgürleşme, Asimilasayon
THE SOCIOLOGY OF zIONISM AS JEWISH NATIONALISM
ABSTRACT
The aim of this study is to examine the specific circumstances of the emergence of Zionism as a sub-type of Jewish nationalism in the context of the reactions of Jews to the choices they had to make in the process that began with modernisation. The process of modernisation made it possible for Jews to gain economic, political and socio-cultural rights. When this process of gaining rights resulted in the Jewish enlightenment (Haskalah), Jews firstly adapted to the country and society they lived in, that is, they displayed a more secular attitude by being loyal to the spirit of modernisation. Secondly, in order to adapt to modernity, they developed a policy of reinterpreting the basic principles of the Jewish religion and an assimilationist policy. The failure of both emancipation and assimilationist policies led to Zionism as a new option. In reaction to modern developments that would completely eradicate Judaism, the Jewish religion was embraced more firmly, and finally, the only option that would allow Jews to breathe a sigh of relief was the establishment of a Jewish State (Israel) in the so-called promised land that belonged only to the Jews. This analysis will show that Zionism, which appears to have a direct religious content, emerged in a secular form, influenced by and in accordance with the spirit of the period in which it emerged. Zionism and secular Jewish nationalism have an outlook that cannot be explained by only one theory in terms of nationalism theories. Because on the one hand, it is possible to explain it with the modernist nationalisms that emerged in the 19th century, on the other hand, it is possible to explain it with the spirit of community that has not changed for thousands of years, that is, with the primordialist theory, and on the other hand, with the ethnosymbolist theory, which is rooted in ancient historical traditions, religious texts, myths and discourses.
Keywords: Zionism, Jewish nationalism, Jewish enlightenment (Haskalah), Emancipation, Assimilation
GİRİŞ
Yahudi milliyetçiliği ve siyonizm arasındaki ilişki oldukça karmaşık bir ilişkidir. Bu, hem Yahudiliğin bir din olması ve seküler bir ideoloji olarak 19. yüzyıla damgasını vuran milliyetçilikle eklemlenme süreci açısından hem de milli kimlik ve milli bilincin Yahudilerdeki temel taşıyıcısı olarak dinin (Museviliğin) varlığı açısından etno-dini bir perspektif geliştirmeyi zorunlu kıldığından oldukça karmaşıktır. Yahudi milliyetçiliği ile siyonizm arasındaki ilişki kaçınılmaz bir ilişkidir çünkü Mitchell Cohen’in belirttiği gibi (1994:74), Yahudi milliyetçiliği denince her ne kadar tek versiyonu bu olmasa da akla siyonizm gelmektedir.
Bu çalışmanın amacı, Yahudi milliyetçiliğinin bir alt türü olarak siyonizmin doğuşunun özel şartlarını sosyolojik bir çerçeve içinde ele almaktır. Siyonizmin kökleri; Yahudi dininden alınan çeşitli dini referanslar, semboller ve efsaneler üzerine oturur. Bu dini referanslara karşın siyonizm, ortaya çıktığı dönemin milliyetçilik ruhundan etkilenerek ve o ruha uyarak seküler bir formda ortaya çıkmıştır. Böylece Yahudi milliyetçiliğinin tek türü olmamakla birlikte en baskın versiyonu olan siyonizmin, modernist milliyetçilik teorileri kapsamında ele alınmasının daha uygun olacağı iddia edilebilmektedir. Ancak bu metnin ilerleyen kısımlarında da görülebileceği gibi siyonizmin tek bir milliyetçilik teorisi bağlamında ele alınması yeterli değildir. Zira siyonizmin incelenmesinde seküler ya da dini versiyonları, Yahudi halkının binlerce yıldır bozulmamış, değişmemiş bir dini topluluk olarak gördüklerinden modern çerçevenin yanı sıra özcü (primordialist) çerçevenin de göz ardı edilmemesini gerekmektedir. O zaman siyonizmin hem ortaya çıktığı döneme ait hem de ortaya çıktığı dönemin ruhuna (zeitgeist) uygun olarak sahip olduğu varsayım, iddia ve hedeflerin tamamen modern döneme ve modernist milliyetçilik teorisine uygunluğu iddia edilebileceği gibi; din, sembol, mit ve kutsal tarihi mekân algısına dair söylemleriyle de etnosembolcü teoriye yakınlığı iddia edilebilir.
Bu çalışmada öncelikle siyonizmin ortaya çıkmasına sebep olan sosyolojik ortam (Yahudilerin hayat şartları özellikle Avrupa bağlamında) incelenecektir. Siyonizmin ortaya çıkmasında hem siyasi hem ekonomik hem de sosyolojik sebepler vardır. Bu sebepler ayrı başlıklar altında olmasa da Batı modernliğinin bir yansıması olarak, bu medeniyet coğrafyası içinde yaşayan Yahudilerin modernleşmesi üzerinden, izah edilmeye çalışılacaktır. Aynı şekilde siyonizmin bir milliyetçilik türü olarak anlam bulmasında Yahudilerin 19. yüzyılda içinde bulundukları siyasi ve sosyo-kültürel ortamın ne kadar etkili olduğu gösterilecektir.
“Siyonist milliyetçilik” hem milliyetçiliğin hem de farklı siyonizmin türlerinden biri olarak ele alınmakta ve analizi yapılmak istenmektedir. Siyonizm, İsrail Devleti’nin kuruluşuna (14 Mayıs 1948) kadar diğer Yahudi milliyetçilikleri ve siyonizm türleri[3] ile rekabet halinde iken İsrail devletinin kurulmasından sonra adeta resmi bir milliyetçilik halini almıştır. Ancak İsrail devletinin kuruluşuna kadar ve esas olarak bu çalışmanın yoğunlaştığı zaman diliminde (ki bu zaman dilimi İsrail devletinin kuruluşu öncesine ve özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından sonraki dönemlere denk gelir) birden fazla siyonizm çeşidi olduğu görülmektedir. Bu anlamda siyonizm çok elastikidir, farklı anlamlara gelmektedir ve farklı siyasi çevrelere hitap etmektedir. Her ne kadar bu çeşitlilik göze çarpsa da “Yahudiler için vaat edilmiş olarak görülen topraklarda bir Yahudi devleti kurma hedefi” tüm siyonistleri birleştirmektedir.
Fransız Devrimi sonrası millet (ulus)[4] kavramı, devrimin ilham kaynağı olan Emmanuel-Joseph Sieyes’te (2005) ‘ortak bir yasa altında yaşayan, aynı yasama organıyla temsil edilen insan topluluğu’ olarak tanımlanır. Millet, bundan sonra, ortak bir yasaya (kanuna) bağlılık ve ortak temsil ile ifade edilir. Böylece milletin içine dahil olmak için aynı etnik kökenden gelme şartı aranmaz. Bu nedenle Yahudilerin rahat nefes alabildikleri ve ilk kez kendilerini bir devletin eşit vatandaşları olarak gördükleri bir süreç başlar. Bu süreç (Eislin 2011:141), Yahudi modernleşmesinin miladı olarak görülür çünkü ilk kez bir Avrupa ülkesinde (Fransa’da) Yahudilere vatandaşlık hakkı tanınmıştır ve bu tanınma daha sonra diğer ülkelere de sirayet edecektir[5].
Yahudi Ulusunun İcadı
“Yahudi ulusu” düşüncesinin, modernist teori bağlamında 19. yüzyılda ortaya çıkan daha doğrusu icat edilen bir olgu olduğu Yahudi tarihçi Şlomi Sand tarafından dile getirilir. Ancak bu istisnai bakış açısı dışında, bilhassa muhafazakâr Yahudiler tarafından, Yahudiliğin köklerinin genellikle kadim tarihi geleneğe ve Yahudi dinine dayandığı iddia edilir. Sand’a göre (2011:35), “Her İsrailli, bu halkın Mısır’dan geldiğine ve İsrail toprağına yerleştiğine; bu toprağın, Davud ile Süleyman’ın muzaffer krallığının inşa edildiği "vaat edilmiş toprak" olduğuna inanır. Aynı şekilde bu halkın, şanlı dönemin ardından ilki MÖ VI. yüzyılda (Birinci Tapınak’ın imhasından sonra) ve ikincisi MS 70 yılında (İkinci Tapınak’ın yıkımıyla) iki defa sürgün yaşadığına herkes inanır. İsrailli Yahudi’nin özdeşleştiği ve halkların en eskisi olarak gördüğü bu halk, yaklaşık iki bin yıl boyunca sürgünde gezmiş ve bu sürgün boyunca da hiç bozulmamıştır. Seküler siyonistler ya da dindar siyonistler tarafından ve genel olarak Yahudi milliyetçiliğinin temel varsayımı olarak kabul edilen bu bakış açısı eleştiri konusudur. Zira “siyonist ideoloji, Yahudileri İncil’deki İsrail Toprakları’na demir atmış ve binlerce yıllık dağınıklık boyunca birliğini korumuş bir ulus olarak tasvir etmesiyle prokroniktir[6]” (Penslar 2023:19).
Sand’ın bahsettiği bu bakış açısı milletlerin varlığını özcü (primordialist) teoriyle anlamlandırır. O, bu bakış açısının çok doğru olmadığını hemen bu izahtan sonra açıklamaya çalışır. İsrailli Yahudi’nin halkların en eskisi olarak gördüğü ve özdeşleştiği bu halk, ‘nasıl oluyor da yaklaşık 2000 yıl boyunca sürgünde yanında yaşadığı yabancılar arasında kimliğiyle ilgili bir erimeye maruz kalmamıştır. Aynı şekilde nasıl oluyor da sürgün sonrası; Yemen’e, Fas’a, İspanya’ya, Almanya’ya, Polonya’ya ve Rusya’nın en ücra köşelerine dek sürüklenmiş fakat birbirinden uzaklaşan topluluk aralarındaki sıkı kan bağlarını korumayı başarabilmiştir. Yahudilerin aynı kandan geldiğine inanan bu özcü anlayış ironik bir biçimde Nazi Almanya’sında Adolf Hitler’in, Yahudilerin spesifik biyolojik karakteristikler taşıdıkları, teorisine benzemektedir. Yani bugün İsrail’de yaşayan birçok kişi, bir Yahudi geninin varlığına inanıyorsa bu Hitler’in teorisinden farklı bir durumu izah etmez. Öyleyse Yahudilerin özgün biyolojik özellikler taşıdığı iddiası, antisemitlerin iddialarının aynısını varsaymaktadır. Oysa bugün Yahudi olarak kabul edilenlerin ayrı bir halk ya da bir ulus oluşturmadığını ilan etmeye cesaret eden kişi, derhal ‘İsrail düşmanı’ olarak damgalanıyor” diyen Sand (2011:41), böylece kan üzerinden farklı coğrafyalarda binlerce yıldır sürgünde dolaşan Yahudilerin aynı ırktan geldiği düşüncesinin temelsizliğini dile getirmektedir.
Sand’a göre “ulusal tarih, görüş alanını daraltan ince uzun ve sık ağaçlarla dolu bir ormana benzer” (2011 39). Bu yüzden o, Yahudi halkının icat edildiğini belirtirken, bir anlamda Ernest Gellner ve Eric Hobsbawm’ın modernist milliyetçilik anlayışlarını harmanlayarak Yahudi milliyetçiliğini izah etmeye çalışır. Bu izah için 1800’lerin sonlarında Alman ve Avusturyalı Yahudi yaşamının önde gelen isimlerinin, Yahudilerin bir ulustan oluştuğunu şiddetle reddetmeleri delil olarak gösterilebilir. Aynı dönemde Yahudiler, Stamm (kelime anlamıyla "kabile", ancak daha doğru bir ifadeyle kültürel olarak tanımlanmış bir topluluk) biçiminde tasvir edilmektedir (Penslar, 2023:21). Ulusu bir kültür topluluğu olarak kabul etmek doğru olabilir ancak bu tanım dini bir temel üzerine oturan bakış açısının “millet (ulus)” tanımına uygun değil gibidir.
Yahudi tarihçi Sand’a göre (2011:40), dünyanın dört bir tarafına dağılan Yahudilerin aynı halkı oluşturduğu iddia ediliyor olsa da, bir Kiev Yahudi’si ile Marakeş Yahudi’si arasında dini inanç ve bazı ritüel uygulamalar dışında, kültürel ve etnografik (laik) anlamda ortak bileşenler bulmak zordur. Bu özcü anlayış, aynı kökeni taşıyan Yahudilerin biricik ve ortak bir etnos’a da sahip olduğunu varsayar (2011:41) ancak böyle bir iddia hayali bir topluluk oluşturmanın ötesinde önemli bir sosyal gerçekliğe sahip görünmemektedir.
Sand, (2011:98) Yahudi ulusunun icadının 19. yüzyılın ikinci yarısında atılım göstereceğini yazar. Bunun için de özel bazı şartların ve kişilerin ortaya çıkması gerekmektedir. 19. yüzyılı milliyetler ve milliyetçilikler yüzyılı olarak düşünmek özel şart koşulunu sağlayabilir. Yahudi milleti ve milliyetçiliği düşüncesi, Avrupa’da gelişen millet ve milliyetçilik düşüncesinin ürettiği bir tepki milliyetçiliğidir. Yahudi ulusu düşüncesi olgunlaşırken, Yahudi aydınlar arasında bir yanda binlerce yıldır hiç değişmeyen ve bozulmayan bir ulus düşüncesi iddia edilirken diğer yandan içinde bulundukları topluma asimile olmak isteyen ve bu nedenle gerektiğinde dinlerini bile değiştirmek konusunda oldukça istekli davranan Heinrich Graetz (1817-1891) gibi insanların varlığından söz etmek mümkündür. Ancak asimile olma isteği toplumun geneli tarafından kabul görmemiş ve buna yönelik tepkiler “Yahudi ulusu” düşüncesini beslemiştir.
Milliyetçi (ulusçu) hareketler bazen ‘öteki’ne karşı bir tepki olarak görülür. Yahudi ulusçuluğunun ana motivasyon kaynağı da onların itilmişlikleri, dışlanmışlıkları ve maduniyetleridir. Bu dışlanmışlık ve maduniyet hissi/düşüncesi ayrıca siyonizmi ortaya çıkaracaktır. Ancak öncelikle modernleşme sürecinde Yahudilerin karşılaştıkları seçenekler, modernleşmeye verilen cevaplar ve bunun sonunda karşı karşıya kalınan durumun ne olduğunu incelemek gerekir.
Modernleşme karşısında Yahudilerin Dört Tarz-ı Siyaseti
Tüm Ortaçağ boyunca hahamların büyük bir kontrole sahip olduğu ve kendi kapalı gettolarında yaşayan Yahudi topluluğu, modernleşme süreci ile birlikte geleneksel kalıplarından çıkmaya başlar. Avrupa’da başlayan modernleşme sürecinin Yahudi toplumundaki izdüşümü onları (çeşitli ülkelerde) üç farklı seçenekle[7] baş başa bırakır (Eislin, 2011:142). Bunlardan ilki modernleşmenin ruhuna uygun olarak seküler bir hayat tarzını seçerek Yahudilikten çıkmaktır. Bunun belki de en iyi örneklerinden biri Trier hahamının torunu olan Karl Marx’tır. İkinci seçenek Yahudilerin dinden çıkmalarından rahatsız olan dindar Yahudilerin verdikleri muhafazakâr tepkidir. Üçüncü seçenek de Yahudiliği modern topluma uyarlamaktır. Bu da reform Yahudiliği olarak adlandırılabilir. Burada hem Yahudi olarak kalmayı hem de laik olarak o ülkenin sadık vatandaşı olmayı öne çıkaran Moses Mendelssohn örnek olarak verilebilir. Siyonizm ise bu üç seçeneğin dışında dördüncü bir tarzı ifade eder. Siyonistlerin baskın kısmı sekülerdir ama seküler olanların bile referansları kadim Yahudiliktir. Siyonistler için Avrupa toplumuna uyum sağlamak mümkün değildir. Yahudilerin tüm uyum çabalarına rağmen “medeni Avrupa toplumlarının ihaneti” (Smith, 1999:219), onların bu çabalarını boşa çıkaracaktır. Onlara göre Yahudilerin yapması gereken, Filistin olarak adlandırılan İsrail topraklarına dönerek bir Yahudi devletini yeniden kurmaktır.
Siyonizm, Arap ve Türk milliyetçilikleri gibi 20. yüzyıla değil 19. yüzyıla ait bir hareket olarak Fransız Devrimi’nin izlerini taşır. Buna sebep olan ana unsur, Yahudilerin modernitenin nimetlerinden artık faydalanacağına dair yaşanan somut gelişmelerdir. Bu gelişmelerin en önemlisi (Eisen, 2011:141), Yahudilere ilk kez bir Avrupa ülkesinde vatandaşlık hakkı veren ve bu statüye eşlik eden temel hak ve korumaları sağlayan Fransız Devrimi’dir. “Fransa Ulusal Meclisi, 28 Ocak 1790 ve 28 Eylül 1791 tarihli kararla, Güney’deki Sefaradları ve Alsas’taki Aşkenazları tam vatandaş haline getirir” (Katz, 1973:42). Fransa’daki gelişmelerin milliyetçilikle ilgili başka bir dolaylı sonucu da devrimin ilkesel izdüşümü olan, ‘Yahudilerin kendi kendilerini yönetmeleri (self determinasyon)’ ve bunun mantıksal sonucunda da ‘Yahudilerin kendilerine ait bir yurtlarının (devletlerinin) olması’ gerektiği düşüncesinin önünün açılmasıdır. Böylece milliyetçilik düşüncesindeki, “her ulusun, biyolojik olarak o ulusa ve yalnızca o ulusa ait olan, ancak yabancı işgalciler tarafından tamamen ya da kısmen elinden alınmış ve kurtarılması gereken, sınırları net bir şekilde çizilmiş topraklarda siyasi egemenliğe -tercihen tam bağımsızlığa- ihtiyacı olduğu yönündeki ısrar” (Stanislawski, 2017:6), siyonistler için bir motivasyon kaynağı oldu. Bu tür bir milliyetçilik anlayışı siyonizmin Yahudilerin gözünde diğer seçeneklerden daha fazla ön plana çıkmasını sağladı.
Siyonizmin Sosyolojik Arka Planı: Haskala ve Özgürleşme
Modernleşmenin ekonomik, siyasi ve sosyo-kültürel sacayakları vardır. Yahudiler söz konusu olduğunda -zengin Yahudi lordları istisna olmak şartıyla- bu sacayaklarından biri olan siyasi alan dışta kalır. Buna rağmen eşit vatandaşlık, gettodan çıkış, ekonomik fırsatlara erişim, üniversitelerde eğitim görme, sanat ve edebiyatta kendini ifade edebilme gibi sınıf ve statü göstergeleri olan faaliyet alanları Yahudiler için sosyal hareketliliğin kapısını araladı.
Modernlik gerçekte seküler yaşam tarzının doğması demekti. Bunu doğrulayan Alman filozof Immanuel Kant’ın (1724 -1804), modernitenin sosyo-kültürel ayağı olan Aydınlanmanın aynı zamanda insan aklının geleneksel otoritelerden kurtarılarak bağımsız değişken haline gelmesini de anlattığını vurgulamaktaydı. Bu anlamda Yahudiler için sekülerleşme Gettodan çıkarak din değiştirmek anlamına da geliyordu (Katz, 1973:110) ve Hristiyanlığın hakikatini tanımayı da kapsıyordu. Fakat bir başka açıdan bakıldığında ise, sosyolojik olarak, gettonun dar alanlarını Hıristiyanlığın daha geniş ve zengin dünyasıyla değiştirmek konjonktürel olmanın ötesine geçemeyecekti.
Din değiştirmenin Yahudi toplumundaki izdüşümü, bazı Yahudilerin “Yahudi cemaatleri ve Yahudi yaşamıyla bağlarının tamamen” kopmasıdır (Penslar 2023:21). Ancak buradan hareketle Yahudilerin külliyen dinden çıktıkları ya da Hristiyanlığa geçtikleri söylenemez. Örneğin Derek J. Penslar (2023:21), Yahudilerin 1867’ye kadar özgürleşmediği ve asimilasyon fırsatlarının dar bir üst tabaka ile sınırlı olduğu Rusya’da, on dokuzuncu yüzyıl boyunca yaklaşık 85.000 Yahudi’nin Hıristiyanlığa geçtiğini belirtir. Rus İmparatorluğu’nun Yahudi nüfusunun 1914’te 5 milyondan fazla olduğu düşünüldüğünde, bu çok küçük bir rakamdır. Almanya’da geçiş yüksek olsa bile Yahudilerin çoğunun Yahudi cemaatlerine resmi üyeliklerini sürdürdüğü belirtilir. Bütün bunlar, Yahudiler için modernleşme süreci devam ederken, homojen bir Yahudi modernleşmesinden söz etmenin mümkün olmadığını da göstermektedir. Ancak sorun şu ki, modernleşerek hem içinde yaşadığı hakim topluma uyum sağlamak hem de özgürleşmek isteyenleri bekleyen bir hayal kırıklığı vardır. İşte tam da bu noktada sözü edilen hayal kırıklığının bir sonucu olarak siyonizmin ortaya çıktığı görülür.
Bu dönemde Yahudiler, sunulan eşitlik ve ekonomik fırsatları kendileri için önemli avantajlara dönüştürebiliyorlardı fakat bu avantajlar toplumsal bütünleşme ve kabul için çoğu zaman bir negatif etki de barındırıyordu. Zira “Yahudilerin toplumdaki konumunun yaygın olarak bir sorun teşkil ettiği düşünülüyor ve "Yahudi sorunu" veya "Yahudi meselesi" terimi 1840’lardan Nazilerin soykırımcı "nihai çözümüne" kadar Avrupa’da ciddi yankı buluyordu (Penslar 2023:19).
Öte yandan Yahudilerin statülerinde düzelme ortaya çıkınca bazı Yahudiler, din farklılığına rağmen kendilerinin içinde yaşadıkları topluluğa asimile olabileceklerini düşünmeye başdılar. Ancak bu asimilasyon fikri bir taraftan Yahudiler diğer taraftan da yerli topluluklar tarafından tepki gördü. Yahudiler, kendi Yahudi kimliklerinin yok olması anlamına gelecek bu yönelime direnç ortaya koyarlarken, Yahudilerin giderek toplumsal tabakalaşmanın daha üst katlarına çıkmalarıyla birlikte yerli halk da hoşnutsuzluklarını ortaya çıkarmaya başladı. Bu tepki ayrıca ırkçı milliyetçiliği üreten ve besleyen bir tepkidir (Taylor 2019:13-14). O zaman Yahudi milliyetçiliği olarak siyonizmin ortaya çıkması ayrıca Yahudilerin Ortaçağ boyunca Avrupa’da yaşadıkları gettolardan çıkarak kazanımlar elde etmelerine ve toplumla bütünleşerek statü sahibi orta sınıflaşmaya başlamalarına gösterilen Hristiyan tepki ile ırkçı tepkiyle de ilişkilendirilebilir. Öte tarafta Avrupa’da bunlar olurken Yahudiler için medeni haklar konusunda hiçbir iyileşme olmayan Rusya’da, 1881’de Rus Çarı II. Aleksander’ın öldürülmesi Yahudilere yönelik şiddetli tepkilerin ve pogramların meydana gelmesine neden oldu. Bunun neticesinde Rusya’dan da Amerika’ya batı Avrupa’ya ve Filistin’e yönelik topluca göçler gerçekleşti (Taylor 2019:13-14).
Avrupa Yahudileri için özgürleşmenin anlamı; onların Yahudilikten vazgeçip, içinde yaşadıkları toplumun eşit ve özgür vatandaşları olabilmelerini ifade ediyordu. Kendilerine tanınan eşit vatandaşlık hakkı, Yahudiler için coşkuyla kabul edilen kusursuz uyum (asimilasyon) için çok önemli bir gelişmeydi ancak süreç Yahudilerin uyumu kadar kusursuz işlemeyecektir. Görüldüğü gibi "özgürleşmenin" yani “eşit haklara kavuşmanın” sadece ulaşılamaz ve dolayısıyla hayali olmakla kalmayıp, daha da temel bir düzeyde hatalı olduğu gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. Bir yandan yaşadıkları toplumda kabul görmeme sorunu varken diğer yandan içinde yaşanılan hâkim toplumla bütünleşme, Yahudilerin kendilerine ait bir ulus oluşturdukları fikriyle çelişiyordu ve modern Yahudi milliyetçilerinin çoğu tarafından Yahudilerin binlerce yıllık dini inançlarının/geleneklerinin çoğu (Tanrı inancı da dahil olmak üzere) reddediliyordu (Stanislawski, 2017:12). Yeni Yahudi milliyetçileri olan seküler siyonistler için dinin yerini Aydınlanma ve modernitenin değerleri alıyordu. Bunlara göre Yahudilerin kurtuluşu (muhtemelen var olmayan) bir Tanrı’nın aracılığıyla değil inisiyatifi kendi ellerine almalarıyla, Leo Pinsker’in tabiriyle, “kendi kendine özgürleşme” ile gerçekleşecekti.
Yahudilerin kendi dışında çözüm araması siyonistler için doğru değildi. Zira medeni Batı Avrupa, Yahudileri eşit vatandaşlar olarak özgürleştirmeye hazır değildi. Bu hazır olmamanın arkasında 19. yüzyıl Avrupa’sında etkili olan ırk ve ırkçılık düşüncesi yatmaktadır. “Modern Yahudi milliyetçiliğinin icadından çok kısa bir süre sonra, ilk olarak Fransa ve Almanya’da görülen ırk temelli antisemitizm, Yahudi nefretinin yeni bir biçimi olarak ortaya çıktı. Ancak burada kronoloji konusunda çok hassas olmak gerekir. Modern Yahudi milliyetçiliğinin antisemitizme veya 1881-82’de Rus İmparatorluğu’nda başlayan Yahudilere yönelik şiddetli saldırılara ("pogromlar") tepki olarak doğduğuna dair çok sık dile getirilen iddia yanlıştır: bu yeni ideolojinin ilk ifadeleri, yeni antisemit ideolojinin yayılmasından ve 1880’lerin başındaki pogromlardan çok önce ortaya çıkmıştır (Stanislawski, 2017:12). Örneğin Yahudi milliyetçiliğin en önemli kaynaklarından biri olan ve Theodor Herzl’den önce Yahudileri ayrı bir millet olarak görüp, onlar için ayrı bir devlet kurulması gerektiğini belirten Moses Hess’in Roma ve Kudüs (Rome and Jerusalem) adlı kitabı 1862 tarihinde yazılmıştır. Siyonizmin öncüleri (Stanislawski, 2017:17) olarak kabul edilen haham Zvi Hirsch Kalischer (1795-1874) ve haham Yehuda Solomon Alkalai (1798-1878) ile sosyalist düşünür Moses Hess’in (1812-1875) yaşadıkları ve eser verdikleri dönem göz önüne alındığında durum daha da açıklığa kavuşmuş olur.
Siyonizm nedir?
Siyonizm kelimesini ilk kez 1891’de, Selbstemancipation (Özkurtuluş) gazetesi redaktörü Nathan Birnbaum tarafından Kudüs’e hakim bir mevkide bulunan, İsrail ülkesinin tümünü tanımlayan Siyon Dağı’na gönderme yapılarak kullanılır. Birnbaum 23 Ocak 1892’de “Les principes du sionisme - siyonizmin İlkeleri” üzerine verdiği bir konferansta, ilk kez ifade etmiş olduğu kavramı şöyle tanımlar (Boyer 1992:79):
Siyonizm, Siyon sözcüğünden türer. Eski zamanlardan beri Kudüs’teki bir tepenin adı olan Siyon, aynı zamanda Kudüs kentinin şiirsel adlandırması olarak kullanılmıştır. Çünkü bu kent Yahudi Devletinin merkezi olmuş, bu ad da Filistin’deki Yahudi ülkelerini belirtmiştir.
Arkeolojik çalışmalar sonucu ortaya çıkan bilgilere göre, Siyon kelimesi MS 66 yılında Roma’ya karşı isyan eden Yahudilerin kullandıkları Bornz sikkelerde görülür. İlginç olan ise Kudüs yerine Siyon kelimesinin kullanılmasıdır. “Üç yıl boyunca basılan bronz sikkelerin karşı yüzünde ‘Siyon’dan bahseden bir lejant[8] bulunmaktadır. İkinci ve üçüncü yıllarda yazı ‘Siyon’un özgürlüğü’ şeklindedir. Dördüncü yılda ise ‘Siyon’un kurtuluşu için’ şeklindedir” (Goodblatt 2006:167). İkinci isyan döneminde (132-135 arası) Siyon kelimesi kullanılmaz. Kadim Yahudi tarihi üzerine yapılan çalışmalarda "Siyon’un Özgürlüğü" ve "Siyon" Kudüs’ün eşanlamlısı olmaktan öte, milliyetçi[9] çağrışımları olan şiirsel bir terim olarak görülür. Sadece şehri değil, şehrin tarihini, dinini, kültürünü ve özgürlük arzusunu da sembolize edecek şekilde kullanılır” (Goodblatt 2006:170). Yani Siyon kelimesi bir tapınağı ya da Tapınak Dağı’nı işaret eden bir anlamın ötesindedir. “Eski Yahudi Sikkeleri” adlı çalışmanın sahibi Ya’akov Meshorer (Goodblatt 2006:170) Siyon’u Kutsal Şehir’in ruhani ifadesi olarak görür. Ona göre, Kudüs dünyevi bir şehirdir, Siyon ise onun ruhani ve sembolik çağrışımıdır.
Siyon’un "Kudüs’ün eşanlamlısı olmaktan öte bir şey olduğunu" ileri süren Meshorer’in yorumları bugünün duygu ve fikir setiyle geçmişe bakmaktan öte bir anlama sahip değildir. Zira David Goodblatt (2006:171), onun bu iddiasının hiçbir belgeye dayanmadığından doğru olamayacağını belirtir: Bugünkü bir yazar için "Siyon" kelimesinin Mesheror’un belirttiği türden çağrışımlar yaptığına şüphe yoktur. Ancak miladın ilk yüzyılında durumun böyle olduğu şüphelidir. Ancak kesin olan bir tepeyi bir şehri ve Kudüs’ü temsil ettiğidir. “Terimin en kısıtlı ya da kesin kullanımı Kudüs’teki (Yeruşalim) bir tepenin adı olmasıdır. Sonunda bu tepe, üzerinde Yahova’nın tapınağının bulunduğu tepeyle özdeşleştirilmiştir. Daha geniş kullanımda ise "Siyon" terimi tapınağı, Kudüs (Yeruşalim) şehrini, Yahuda ya da İsrail topraklarını, Kudüs (Yeruşalim) sakinlerini, Yahuda/İsrail halkını temsil edebilir ya da sembolize edebilmektedir” (Goodblatt 2006:173). Tüm bu açıklamalar tarihi bir gerçekliği ifade ediyor gibi görünse de bu gerçekliklerin yoğun bir duygusallıkla harmanlandığı da göz önünde bulundurulmalıdır. Goodblatt (2006:178) ayrıca "Siyon"un sadece tapınağı ya da tapınak dağını değil, tüm şehri ifade ediyor olabileceğinin Kutsal Kitap’ta öncülleri olduğunu da belirtir.
Öyleyse Siyon kelimesi köklerini tamamen dini söylemden ve kadim tarihten almaktadır. Siyonizm doğrudan sürgün edilen bölgeye yönelik bir özlemi, bu özlemin motivasyonunu dile getirir. Yahudi bağımsızlığının Roma tarafından sona erdirilmesi ve İ.S. 70’de II. Tapınağın (Süleyman Mabedi) yıkılması, Yahudilerin Filistin’deki politik varlığının sonunu temsil etmektedir. Bu tarihsel kurgu çerçevesinde siyonizm, Siyon’a geri dönüş ilkesi olarak şekillenir ve kendisini iki bin yıllık sürgün ve acıyı yaşayan Yahudi halkının ülküsü olarak lanse eder.
Siyonizm, Fransız Devrimi sonrası kazanılan eşit vatandaşlık hakkı sonrasında oluşan Avrupa toplumuna uyum sağlamaya çalışan Yahudilerin, bu süreçte beklentilerinin karşılanmayacağı düşüncesinin yerleşmesiyle güç kazanmıştır. Siyonizmin iddiasına göre, Yahudilerin özgürlük içinde yaşayabilecekleri tek yer Filistin’dir.
Atalarının yaşadıkları topraklara yani tanrı tarafından kendilerine vaat edilmiş olduğu iddia edilen topraklara dönüş hayali, siyonistler için özgür yaşamın gerçekleşmesini sağlayacaktır. Bu düşünce, Yahudi tarihi, dini ve kültürünün bir parçasıdır. Ancak siyonizmin siyasi bir hareket ve ideoloji olarak ortaya çıkması 19. yüzyılda Herzl ile birlikte başlar. Herzl, “Yahudi Devleti” (Der Judenstaat-1896/2017) adlı eserinde, kendi devlet kurma düşüncesinin bir hayal olarak görülüp kınanacağını, bunun bir rüya olarak görülebileceğini ama bir gün bu düşüncenin hayata geçmesinin, gerçekleşmesinin mümkün olacağını bunun için de öncelikle asimilasyon (uyum) sürecinin sona ermesi gerektiğini belirtir. Herzl (2017:54), Yahudilerin asimilasyonunu engelleyen bir plan yaparak amacına ulaşacağını düşünür. Asimilasyon zaten çeşitli Avrupa ülkelerinde örneğin Almanya’da Yahudi ve Hristiyanların evlenmelerinin yasaklanmasıyla istenmeyen bir süreç olarak görülmektedir. Ayrıca Herzl (2017:50), Yahudi meselesinin dini ya da toplumsal değil bir ulus meselesi olduğunu belirtmektedir. Bu sorun da ancak Yahudilerin kendilerine ait topraklarda kendi devletlerini kurmalarıyla mümkündür.
Herzl’in siyonizmi hem teoride hem de pratikte tamamen politiktir. Bir ulus olarak Yahudilerin yeni bir kültüre, yeni bir dile ya da yeni bir Mesih dönemine değil, sadece tek bir şeye kendi ulusal yönetimlerine ihtiyaçları vardı. Bu hem Yahudiler için daha iyi olacaktı hem de bir bütün olarak Avrupa için anti-Semitizm sorununu sonsuza dek çözecekti. Öte yandan Yahudi olarak kalmak isteyen tüm Yahudiler kendi topraklarına göç etmiş olacaklar, bunu yapmak istemeyenler ise yaşadıkları ulusların ve ulus-devletlerin içinde kendilerine açılan alan varsa o alan ile yetineceklerdi. Bu sürecin kültürel bir sonucu, Yahudileri Yahudi olarak dönüştürme zorunluluğunun olmamasıdır. Bu çerçevede kendi devletlerinde istedikleri dili konuşabilir, Yahudiliği herhangi bir biçimde uygulayabilir (ya da uygulamayabilir) ve kozmopolit burjuva Avrupa kültürüne dâhil olmaya devam edebilirlerdi (Stanislawski, 2017:32).
Siyonizm; Avrupa ve Rusya’da zulüm gören ve toplumsal olarak dışlanan Yahudileri merkeze alarak Avrupa’da gelişen milliyetçi akımların etkisiyle kurulmuştur. Köklerini Yahudi dininin kaynaklarına dayandırır, Yahudileri seçilmiş bir halk olarak görür, Filistin toprakları üzerinde tarihi açından Yahudilerin mülkiyet hakkına sahip olduğunu iddia eder ve (başlangıçta) ütopik gibi görünen bir devlet kurma projesidir. Siyonizm, Yahudilerin ulusal birliğini amaçlar ve binlerce yıldır bozulmayan bir kimlik iddiası etrafında birleşmesini sağlamaya çalışan bir ideolojidir. Aynı zamanda, ideoloji tanımına içkin olacak biçimde, varolan durumu değiştirmeyi[10] de hedefleyen bir özelliğe sahiptir. Bir başka tanıma göre siyonizm, “Yahudi halkının politik olarak özerk bir varlık ve bir ulus-devlet oluşturmak amacıyla, başlangıçtaki yurtları olan "İsrail Toprağı"na[11] dönmesini hedefleyen ulusal bir harekettir” (Boyer 1992:7). Siyonizmin ulusal bir hareket olması onun temel bir özelliğidir. Stanislawski (2017:1), taraftarlarınca siyonizmin, Yahudi halkını İsrail devletini kurmak için motive eden ulusal kurtuluş hareketi olarak tanımlandığını belirtir. Karşıtları tarafından ise siyonizm; İsrail’i giderek bir apartheid devletine dönüştüren ırkçı bir ideoloji ve milyonlarca insanın yaşadığı Filistin’i işgal eden dünyadaki sömürgeci baskının son biçimlerinden biri olarak tanımlanır. Edward Said (1985:140-142), siyonizmin sömürgecilikle ilişkilendirilmesini onun ortaya çıktığı ve örnek aldığı Batı (Beyaz) emperyalizmiyle olan ilişkisine bağlar. Zira batılıların sömürgeciliği “medeniyet götürme” kisvesine sokmasını siyonistler de taklit ederler. Bu çerçevede Filistin’i işgal etmelerini “medeniyet götürme” bahanesiyle ya da Filistinlileri “yok sayma” tutumlarıyla meşrulaştırdıkları bir kalkınma propagandası ile hareket etmişlerdir.
Yahudilerin Filistin’e dönmesi gerektiği düşüncesinin kaynağı olarak siyonizm hem Yahudilikte hem de bazı Hristiyan gruplarında mevcuttur. Bu düşünce Musevilikte Filistin’deki eski İbrani Krallığı ile Hristiyanlıkta ise millenyumculukla ilişkilidir. Milenyumcu gruplar Hz İsa’nın yeryüzündeki krallığının başlangıcı için Yahudilerin Filistin’e geri dönmeleri gerektiğine inanırlar.
Yahudi Milliyetçiliği Olarak Siyonizmin Bileşenleri
siyonizm güçlü seküler ve daha zayıf dini kanatlara sahip olsa da İsrail devletinin kurulmasından sonra bir devlet politikası haline gelmiştir. Siyonizmin seküler kanadının öne çıkmasında Moses Hess ve Leo Pinsker gibi Yahudi gelenekleriyle güçlü kuramsal temeller oluşturan kişiler olsa da ona asıl gücünü veren örgütsel ve siyasi yetenekleriyle ön plana çıkan ateist T. Herzl’dir. Burada sorulması gereken soru şudur: Yahudi dinini temsil eden hahamlar kendi cemaatleri üzerine neden seküler siyonistler kadar etkili olamadılar? Bu yönelimin arkasında yatan önemli bir nedenin seküler siyonistlerin “yeni bir taahhüt/ahit öngörmeleridir” (Smith, 2018). Hahamların mesihin gelişini bekleyen pasifist tavrı yerine seküler milliyetçiler olarak siyonistler ezilen, dışlanan Yahudilere bir gelecek vaat ediyorlardı. Anthony D. Smith bu vaadin özelliklerini şöyle sıralar (2018:125-132):
-
Sürgünden anavatana geçiş; güçsüzlükten, çaresizlikten yeni bir başlangıca, yeni bir topluma ve muktedir olmaya geçmek demekti.
-
Seküler siyonistler, kendine güvenen ve güçlü yeni bir Yahudi/İbrani yaratmayı vaat ediyorlardı. Bu ilhamını kadim Yahudi dininden ve tarihinden alıyordu.
-
Özgünlük ve saflık öne çıkarılıyordu.
-
Birçok siyonist tarafından topraktaki emeğin asli gücüne inanılıyordu.
-
İyi tanımlanmış, somut bir hedefe yönelik, uzun vadeli bir siyasi eylem planı (Ben Gurion’un görüşü) düşünülüyordu.
Siyonizm 19. yüzyılda yani diğer milliyetçiliklerin de ortaya çıktığı bir zaman diliminde ortaya çıksa da onlardan ayrılır. İlk olarak (Stanislawski, 2017:7), her ne kadar “millet” terimi daha sonraki milliyetçi kullanımından farklı bir şekilde anlaşılsa da, antik çağlardan beri Yahudiler kendilerini bir "halk" ya da "millet" olarak tanımlamış ve başkaları tarafından da bu şekilde tanımlanmışlardır. İbranice, am, goy ve leom kelimeleri Yahudi halkı ya da milliyeti kavramlarını ifade eder ancak zaman içinde bir grup olarak Yahudiler için en yaygın yakıştırma am yisrael yani İsrail halkı olmuştur. İkinci olarak, Yahudiler herhangi bir bölgede çoğunluk olarak değil, neredeyse dünyanın her yerinde azınlık nüfusu olarak yaşamışlardır. Kutsal Topraklar’ın anısı, Yahudilik ve Yahudi halkı için merkezi önemini çağlar boyunca korunmuş, Tanrı için dua edilen ayinlerde hatırlanmıştır (Stanislawski, 2017:9). Bu hatıraların önemi ve çağlar boyunca korunması Yahudi milliyetçiliğinin daimici (perennialist) ve etnosembolcü teori kapsamında değerlendirilebileceğini gösterir. Yahudiliğin ve seküler bir milliyetçilik olarak siyonizmin bu iç içe geçişliliği Emile Durkheim’ın din ve toplum arasında kurduğu ilişkiyi hatırlatır. Çünkü siyonizm seküler bir çerçeveye sahip olsa da başvurduğu Yahudiliğin dili ve sembolleri dikkat çeker. Smith’in dediği gibi (2018:32), “milli benzersizliği ararken, eski etnik inanç, seçilmiş halkı yeni siyasi dine[12] götürür ve cemaatine aktarır. Siyonizmin… önemi, yabancılaşmış ve ezilen çok sayıda insan arasında eski uygarlık olma ve benzersizlik yoluyla süreklilik ve haysiyet duygusu yaratmaktır. Buradaki düşünce, ‘biz hem eski hem de benzersiz olduğumuzdan, yalnızca millî bir ruh içinde, ruhsal köklerimize dönersek, bizi yeniden yaratan’ biz ‘içinde’ olduğumuza inanırız.” Seküler siyonistlerin Yahudi dininden ve onun izdüşümü olan hahamlardan farklı olarak kitleyi harekete geçirebilme özelliği ön plana çıkmaktadır. Hahamlar, Yahudi modernleşmesinin başlamasından itibaren kendi cemaatleri içindeki güçlerini yavaş yavaş kaybederken, mesihçi pasifist anlayış da siyonistler karşısında rekabet edebilme gücüne sahip olamamıştır. Sonuçta milliyetçilik dine baskın gelmiştir.
Siyonizmin Doğuş Sebepleri
Eğer bir Yahudi aydınlanması olmasaydı Yahudi milliyetçiliği olarak siyonizm ortaya çıkar mıydı? 19. Yüzyıl millet ve milliyetçilikler yüzyılı olarak görüldüğünden, bu soruya, yine de bir Yahudi milliyetçiliğinin ortaya çıkacağı cevabı verilebilir. Ancak bu milliyetçilik muhtemelen siyonist milliyetçilik kadar hınç dolu olmayacaktı. Siyonist milliyetçilik ‘bu hıncın kaynağını kutsal kitaptan aldı’ denilebilir. Lakin siyonistleri bu kadar öfkeli ve kindar yapan aslında Avrupa yani modern/medeni Batı idi. Zira Batının Yahudilere yönelik insani olmayan, ırkçı tepkisi ve sözde vaat ettiği evrensel ve hümanist değerlere rağmen Yahudileri dışlayan yaklaşımlarıdır. Bu nedenle uyum-asimilasyon peşinde koşan Yahudiler hem Dreyfus davasıyla hem de diğer saldırılarla Avrupa ve Rus toplumuyla bütünleşemeyeceklerini anladılar. Bu algı bir bumerang etkisi yaparak, önceleri oluşan sevgi ve sempatiyi kin ve hınca dönüştürmüştür. Tam da burada “modern Yahudi milliyetçiliği Haskala’nın[13] sonucudur” (Stanislawski, 2017:19) yargısı anlam kazanmaktadır.
Bir milliyetçilik türü olarak siyonizmin 19. yüzyılda ortaya çıkmasının arkasında çok önemli birkaç gerekçe vardır (Öke, 2021:25; Smith 1999; Cohen 1994:80; Stanislawski, 2017:1):
-
Avrupa’da giderek artan Yahudi aleyhtarlığı (antisemitizm) ve buna karşı gösterilen tepki,
-
Anti-semitizme cevap olarak Yahudilerin ‘içinde yaşadıkları topluma uyum sağlama’ isteklerine karşı gösterilen tepki,
-
Avrupa’da 1848 sonrası artan milliyetçilik akımının etkisi,
-
19. yüzyıl boyunca etkisini sürdüren ırkçı ve milliyetçi teorilerin varlığı ile bunlarla bağlantılı olarak görülen sosyal darwinizmin etkisi,
-
Ortaçağdaki din temelli Yahudi nefretinin on dokuzuncu yüzyılda ırksal-ulusal anti-semitizme dönüşmesi,
-
Ekonomik etkenlerin rolü,
-
Yahudilere yasal eşitlik vaat eden ancak bunu sosyal ve kültürel önyargılarla içini boşaltan medeni Batı’nın ihaneti.
Siyonizmin doğuşu üzerine çalışma yapanlardan bir olarak Derek J. Penslar onun ortaya çıkmasına dört önkoşul sunar. Penslar’ın (2023:36) siyonizmin dört önkoşulu olarak sunduğu gerekçeler -aktif mesihçilik, Haskalah’ın İbrani kültürünü canlandırması, yaygın romantik milliyetçilik ve Filistin’de dinamik hayırseverlik- siyonizmin 1800’lerin sonunda neden ortaya çıktığını ve sonraki on yıllarda nasıl kitlesel bir hareket haline geldiğini tam olarak açıklayamadığından bu sayılan gerekçelerinde göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Ayrıca bu gerekçeler siyonizmin ortaya çıkışını siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel vb. birçok değişkenle açıklamaktadır.
Siyonizm Bağlamında Din ve milliyetçilik
Tarih boyunca din ve etnik bağların birbirine eklemlendiği, seçilmiş halk olma iddiasıyla soslanmış birçok tarihi örneğe rastlanmaktadır. Din ve etnik bağın zaman zaman örtüşmediği ve farklı dini mensubiyetlerden dolayı farklı çatışmalar da görülebilmektedir. Fransız Devrimi din ve milliyetçilik ilişkisine yeni bir zemin hazırlamıştır. Devrim, Hristiyanlık dinini ortadan kaldırır ve yok sayar hatta onun yerine yeni bir din olarak milliyetçiliği ikame ederek yeni bir tapınma nesnesini (Fransız milletini ve Fransız vatanını) ikame eder. Böylece geleneksel otoritelerden arınmayı yani özgürlüğü sağlar (Hayes, 199:79-81). Milliyetçiliği Aydınlanma düşüncesinin (ki Aydınlanma filozofu Kant ‘özgür irade iyi iradedir’ der) bir sonucu olarak gören Elie Kedourie (1971:92), milliyetçi hareketleri aldıkları isimlerden (Genç İtalya, genç Mısır, genç Türkler, genç Arap Partisi) hareketle yaşlılığa karşı[14] bir gösteri mahiyetinde tanımlar: Milliyetçilik ona göre “çocukların haçlılar seferi” dir.
Din ve milliyetçilik arasındaki ilişki, etkileşim ve yer değiştirme; her ikisinin bireysel ve milli kimlikler üzerinde oynadığı role, sahip oldukları sembol ve sergiledikleri ritüellere göre şekillenir. Hem din hem de milliyetçilik, Andersoncu (2003) anlamda, hayali cemaatlerin varlığına ve o hayali cemaatler uğruna sergilenen özgeciliğe-hasbiliğe dayanır. Ulusal bilinçle büyümüş modern bireyler için kimliğin bir parçası olan din ve milliyet, geçmişte yaşanmış bir altın çağa dayanır. Böyle bir kimliğin içine doğan bireyler için (hem dini hem de milli anlamda) kutsal olan toprakların kontrolü önemlidir ve savunulması ya da elde edilmesi için de gayret edilir. Böylece hayali cemaatin kutsal toprağı ulusal ya da dini bir hedef olarak gözetilmiş olur.
Modern Batı toplumlarında din ve milliyetçilikler arasında, semboller-ritüeller, hayali cemaat anlayışı, geçmişte yaşanmış altın çağ(a öykünme), kutsal topraklar gibi ortak noktalar olmakla birlikte aşağıdaki tabloda sunulduğu gibi ciddi farklılıklar da mevcuttur.
|
Din |
Milliyetçilikler |
Siyasetin ölçüsü |
İncil-Tanrı |
Millet |
Bayramlar |
Dini |
Milli |
Hayali topluluk türü |
Dini cemaat |
Millet |
İbadetin yönü |
Tanrıya ibadet |
Seküler ulusa ibadet (tapınma nesnesi ulus) |
Hangi toplumsal formun bileşeni? |
Geleneksel toplum |
Modern toplum |